Cuma, Ocak 13, 2017

dislokasyonlar.

Bismillahirrahmanirrahim.
“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Sakınanlar için âhiret yurdu elbette ki daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?"
En’am Suresi, 32. Ayet.


”Az bir akılla gönül köpürtmek, az bir duyuşla kulak kesilmek, küçük bir adımla yürüyüp geçmek yokmuş, anladım. Ne kadar paralansam kendimi paralayamadığımı anladım. İnsan, kendini bıçakladıkça daha da sığınıyor kanına ve ölmemeyi öğreniyor vaktinden önce. Hiçbir dize arkanı döndüğünde yerinde durmuyor. Beni çılgına çevirenler arkamı dönünce alay eder gibi her biri kaybolmuş, içindeki duygu sanki başkasının olmuş.
Şimdi koca bir geçmişin kıyısında her şeyin sükûta ve olmamışa devrildiği yerde ne eskilerin şevk ve neşesinde, ne kabul ve tesellisinde öyle hiçbir şeysiz ve hatta babasız ot gibi bitmiş, bittiği gibi bitmiş, dikeni kendi elinde, şifası yanlış kurutulmaktan uçmuş, sadeliğe gömülme mecburiyetinde, coşamama, koşacak yer bulamama illetinde miskin, dünyanın şu devrinde, ülkenin şurasında, sözler sözleri tıkarken, ama kafada bir türlü kıvılcımlanmayan bir tıkızlık ve çatlamayan bir yürek, yanmayan bir beyin, delirmeyen bir gönülle geçmişi kendime güldürmeye gelmiş gibiyim. Ziyan olmayı hak ettim, ama onu da olamıyor gibiyim. Anladım ki, hayret sadece anlamadığıma. Bazısı boşuna “Rabbim, hayretimi arttır.” demiyor. Rabbim anlamayışımızı artır, artır, hatta taşır, bu işler ve öbürleri çünkü anlayarak olmuyor, anlamayarak da olmuyor. Hiçbir şey hiçbir türlü olmuyor. Başka türlü olmuyor. Sır sırrına kapanıyor, arayan aradığıyla kalıyor."
Okuduğum kitapta yaşadıklarımı hissedince tebessüm edip yazara “Ve aleyküm selam abim/ablam.” diyesim geliyor. Çünkü onlar olmasa dünyanın elle tutulur, gözle görülür, dille söylenir tarafından kaçıp anlatılmasa da bilinen, fısıldanmasa da duyulan, sezilmese de idrak edilen tarafına seyirtecek bir kapım olmayacak. Çok şükür, çünkü hayatı güzel gösteren pencerelerimin perdesi örtük, camları tozlu, manzarası sisli. Üzerimdeki ölü toprağını silkeleyecek bir çift elin kudretine ihtiyacım ama. Ama. Ama işte. Neyse. Adımını adımıma eş bulduğum yazarın selamını alıyorum, çünkü onlar beni dünya metaından kurtarıp cennet avuntusuna sevkeden ve “Merhameti bol olan Rabb’den bir söz olarak onlara “Selam” vardır.” Yasin Suresi, 58. Ayet. ayetine kâni oldurmaya vesile olan parçalarımı buldurup, soğuk havada ağzımdan çıkan dumana ortak oluyorlar. Benim yalnızlığım insanlarla örülü bir yalnızlık değil, insanlardan izole edilmiş bir yalnızlık. Tesadüfen içine düşülmüş değil, uğruna savaş edilmiş, bedel ödenmiş, göze alınmış bir yalnızlık. İnsanlarla zaman geçirmenin zamanı öldürmekle aynı anlamda olduğu izahına ters düştüğüm için gösterilmiş bir mücadele. Dünyadaki tüm ilişkilerin bir gün biteceğine iman edilmiş ve kalbi masivayla dolu hiçbir muhabbetle doyuramayacağını bilen bir anlayışın tezahürü. Çünkü ölüm var. Gelgelelim, ne yaşamaya ne de ölmeye yüzüm var...
”elleri vardı siz bilmezsiniz
ben tek başımaydım, onlar ise yalnızdı."
13 Mayıs 2016, Kayseri, meydandaki balık restoranı.
Lisans dönemimin son final haftasını atlattığım günde biraz bölümümden idrakime yanaşanları konuşmak istedim. Toplaşın, malzeme bilimi anlatıyorum. Konumuz, dislokasyonlar. Neden bu konuyu anlatıyorum? Çünkü tembelim. Komik belki ama öyle. Tembelim. Bundan utanmıyorum ama bunu keşfedip bununla yaşamaya alışmamın çok yıllar sürmesi hasebiyle üzülüyorum. Ömrümü bir kelimeye sığdırmak istesem herhalde beyhûde olurdu. Lise yıllarımda da tembeldim ama ailemle yaşadığım için üzerimde sürekli bir baskı vardı ve bu baskı bana kendimi buldurmanın yollarını tıkıyordu. Öyle ki vaktinde mimarlık okumak istememe ve şuanda mühendisliğe dair bir bölüm bitirmeme rağmen lise ikinci sınıfta fizik dersimin notu karnede sıfır. Şaka değil, gerçekten sıfırdı. Yazıyla: Sıfır. Rakamla: 0. Bu durum üniversitenin ikinci sınıfına kadar böyle devam etti. Hatta bu süre zarfında okulumun bir dönem daha uzamasına sebep olacak sorumsuzluklar yaptım. İkinci sınıfın bir final haftası tatilinde, sınavlara 10 gün kala kendimce bir program yaptım ama farkettim ki yine ders çalışmıyorum. Sınavımın olduğu ders ise Malzeme Bilimi 1. Yani ömrüm boyunca edineceğim tecrübelerin temellerini atacağım konular. Konulardan biri ise dislokasyonlar. Tanımı şu:
"Dislokasyon ve diğer adıyla çizgisel kusur; malzeme biliminde, kristal yapıların atomsal dizilişlerinde bir çizgi boyunca görülen çukurlardır. Denge konumundan ayrılan atomlar sonucunda çizgi çevresinde artık gerilimler meydana gelir ve şekil değiştirme enerjisi depo edilir. Dislokasyonlar genellikle malzemelerin katılaşma sürecinde oluşmakla birlikte, plastik şekil değiştirme sırasında sayıları artar. Öte yandan boş köşelerin yığılması ve katı eriyiklerde görülen atomsal uyumsuzluk da bu kusurların oluşmasına sebep olabilir."
Bu meseleden benim yüzüme çarpan şey ne? Aslında düzensizlik ve düzensizlikler arası uyumsuzluk maddenin her yerinde var. Yani bir düzen ihtiva ettiğini zannettiğimiz tüm yapılar aslında içerisinde bir kaos barındırıyor ve bu kaos sayesinde bu yapı insanın işine yarayan bir konstrüksiyon haline geliyor. Eğer malzemelerin içinde dislokasyon dediğimiz mekanizma olmasa, metale şekil vermek için uygulamamız gereken yük şimdikinin 100 katı olacaktı. Malzemelerin içerisinde bulunan atomik kusurlar tırtıl gibi ilerliyor ve bu sayede uyguladığımız şekil değiştirme yükünü malzemenin deformasyonu için kullanılabilir hale getiriyoruz. Ya da tam tersine, eğer dislokasyonları, yani atomların yanlış yerleşim kusurlarından ötürü meydana gelen hataları bu atomların hareket edeceği bölgelere yığarsak, bu hareketi engelliyoruz ve malzemeyi daha mukavemetli bir hale getiriyoruz! Bunlar Allah tarafından malzemelerin içine konulmuş ve insanın demiri işlerken kolaylık sağlaması için enerji paketleri barındıran mekanizmalar, yani “Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah’ın, dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.” Hadid Suresi, 25. Ayet. ayetinde izah edilen hikmetin delilleri. Olayın bana bakan tarafı ise, aslında kendi içimde barındırdığım düzensizliği kendi lehime kullanabilmek için bir yol bulmam. Evet, tembelim ve bu insan olmamla alakalı. Yani nasıl ki malzemelerin içinde dislokasyonlar varsa benim de içimde tembellik var. Kimi malzemede kontrollü katılaşma şartlarından ve safsızlıklardan ötürü çok az dislokasyon var ve bunlar mükemmel malzemeler, yani bir nevi tıp okuyan öğrenciler(seni kastetmedim, sevinme). Kimi malzemede ise aşırı soğutma şartlarıyla oluşmuş, içinde pek çok yapısal kusur bulunan ancak enerji paketlerini de bünyesinde barındıran ve günlük hayatımızın %96’sını oluşturan malzemeler, yani bir nevi ben. Peki bunu nasıl kendi lehime kullanacağım? Şöyle ki, madem ben yumurta kapıya dayanınca çalışmaya başlıyorum, öyleyse evvelinden çalışmaya başlamak için kendimi şartlayıp, sonra bunu başaramayıp, sonrasında ise iradesizim diye kendi kendime dövünmekten vazgeçmeye başladım. Yani yaptığım iş yalnızca derslerden devamsızlık yapmamak ve yalnızca sınav gecesi derslerime çalışmak oldu. Çünkü başka herhangi bir gün bu gücü kendimde bulamayacağımı anlamıştım ve ders çalışmaya yönelik çırpınmalarım yalnızca hevesimi kırmaya yarıyordu. Derdim hiçbir zaman en yüksek notları almak olmadığı için hayal kırıklığına da uğramadım. Böylece geri kalan vakitlerimi de dolu dolu geçirdim, kendimi gerçekleştirdim, zamanımı kıymetlendirdim. Elhamdülillah ki, tembelim ve bununla yaşamayı öğrendim.
Geçen haftaki sancıların özüne gelirsek, insana dünyada ıztırabını yaşatan sebep sonsuz bir kalple sonu olan bir dünyayı yaşamak hapsinde tutulu olması. Bunu anlamayanlar içinse ayette denildiği gibi dünya oyun ve eğlence yurdu, hadisi şerifte bildirilidiği gibi “Dünya müminin zindanı, kâfirin cennetidir.” Müslim, Zühd; Tirmizî, Zühd; İbn Mâce, Zühd; Ahmed b. Hanbel, Müsned. Az evvelde dedim her şeyin biteceğini bile bile. Evet, dünyada güzel şeyler de var ama her sevincin bir sonu olacağını bilip elimde kederler biriktire biriktire artık firakı kanıksayınca, gelene ve geleceğe dair umutlarım tükeniyor. İnsan dünyaya ruhunu üfleyen Rabb’in nûruyla yanmaya başlayan mum gibi, kendini o nûrla eritip tükenmeyi bekleyen, aslında bu dünyada bitip ahirette birikirken kulluğun gerektirdiğini yerine getiriyor. Çünkü Allah “Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” Zariyat Suresi, 56. Ayet. buyuruyor. Yani insan olmak zor zanaat ve herkesin yükü kendine ağır. Gelgelelim “Allah kimseye gücünün yetmeyeceği yükü yüklemez. (…)” Bakara Suresi, 286. Ayet. Ama bu dünyadan beri duruş, sonu Allah’a çıkmayacak muhabbetlerden kaçış, insanlardan yalnızlığa kaçma hali insanı çürütüyor. İçimde havai fişekler patlıyor ama bunları kimse bilmiyor, bu yüzden varlığım beni doğurganlaştırmıyor, çoğaltmıyor, ürettirmiyor. Bu da yaşamaya dair hevesimi kırıyor. Dünyanın metaı ilgimi cezbetmiyor. Masivânın hebâ olacağını bile bile kanmak eskinin pişmanlığı, sürekleşmiyor. Yani yaşamak sonu olmayan bir ağrıya, nefes almak zehirlenmeye, umudunu beslemek kalbine bıçak saplamaya dönüşüyor. Ürperiyorum. Endişeleniyorum. Kaygılanıyorum.  “Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve  dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve korkuya kapıldılar. Onu insan yüklendi. Şüphesiz o çok zalimdir, çok cahildir.” Ahzab Suresi, 72. Ayet. Demek ki insana ağır gelen tek yük kendisiymiş, benliğiymiş, enaniyetiymiş. Ayetin neden indiğini, göklerin, yerin, dağların emaneti neden yüklenmediğini ve ilelebet sürecek cahilliğimi şimdi daha iyi anlıyorum.
Küfleniyorum, önünü alamıyorum da.
”Şimdi alıştım, hayatı hissetmemeye alıştım, dışımdaki havayı duymamaya alıştım. Gençken derim yüzülmüş gibiydi de bir meltem değse ben belki feryat ederdim. Şimdi derim kalın, utanılacak bir şey bu ama ağaç altında bir lokma yiyip de güneşlenen ve kendi postundan başka kürkte gözü olmayan bir kedi gibi güzel miyim değil miyim bilmeden yatmaya alıştım. Olur da beni sevene bir uzun bakmaya ve hayrete alıştım. Unuttum neye kırılmıştım bir vakit, vakit dediğim hani şu ömür, benim olan, bana yazılan yani. Yine de kopan solucanın bir bir yarısına bir öbür yarısına bakıyorum, asıl solucan hangisi bilmek istiyorum. Hayatla üçkağıtçılığına alıştığım bir arkadaşla beraber gibiyim şimdi. Haline sözüne alıştım, onun üçkağıtları kendi kağıtlarımı da bana açtı. İnsan kendinden yeteri kadar iğrenebiliyorsa hayattan o kadar iğrenmiyor.
Blogun taslaklarında haftalar evvel umuda gark olmuşken yazılmış bir mektup duruyor, yani hevessizliğime kanat açan ya da umudumun kanadını kıran satırlardan paragraflardan sayfalardan bir kaçı eski halimi şimdiye güldürüyor.
Aşk, dünya hevesimi daha fazla kırmadan gel ve yaşamak ağrılarımı iyileştir. Beni Allah’a yaklaştır. Dünyanın görmediği, yalnız O'nun bildiği yere göçelim.
Merhametine, şefkatine, ilgine, bana Allah’a şükrettirecek yeni şeyler bildirmene çok muhtacım. Bu dünya aşktan anlamıyor.
Hepimizin Allah ağrısı var ve içimizde keşfedecek bir çift eli bekliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder