Pazartesi, Haziran 12, 2017

12 haziran 1993.

Bismillahirrahmanirrahim.

"Allah ise sizi bir topraktan, sonra bir nutfeden (hakir bir damla sudan süzülmüş bir hulâsadan) yaratmış, sonra da sizi (erkek ve dişi) çiftler kılmıştır. Fakat O’nun ilmi olmadan hiçbir dişi, ne hâmile kalır, ne de doğurur. Kendine ömür verilen bir kimseye (daha çok) ömür verilmesi de, onun ömründen kısaltılması da ancak bir kitabda (Levh-i Mahfûz’da yazılı)dır. Şübhesiz ki bu, Allah’a göre pek kolaydır."
Fatır Suresi, 11. Ayet.
“Rabbinizden mağfiret dileyin ve O’na tevbe edin ki, belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin ve her fazilet sahibine layık olduğu ihsanı versin. Eğer yüz çevirirseniz, ben sizin başınıza gelecek büyük bir günün azabından korkarım. Dönüşünüz Allah’adır. O, her şeye kâdirdir.” 
Hûd Suresi, 3-4. Ayet.




Selamun aleyküm canım blog. Bugün günlerden iyi ki doğdun. :)

Doğum gününe dair herhangi bir imge ya da olgu yok kafamda. Lise yıllarımda beklentim olurdu ama zamanla törpülene törpülene, çok şükür, o da kalmadı. Zaten pek arkadaşım da yok. Bir şehirde bir hayaletle başbaşa geçinip gidiyorum. Bu yıl hem mühendis olarak hem de öğrenci olarak yazıyorum sana. Kendimce bir ömür icmali yazmak istedim: Çünkü burada yazdıklarım benim arşivim, eksilenlerimin yazıya dökümü, ruh halimin sûreti, asıl nüfus kaydım. 


Küçükken de saçlarım dökükmüş...

Çocukluğum en büyük sermayem. Ama kolay geçmedi. Evin muzuru bendim. Gerçi annemin dediğine göre abim ben doğana kadar sessiz sakinmiş, ben doğunca beraber cozutmaya başlamışız. Bir yaramazlık olunca iş birliği yapardık ama her seferinde, ne hikmetse, ihale bana kalırdı. Hayata karşı koyuşum o yıllarda başladı. (laflara gel laflara). 3 yaşımda bir kazası sonucu sağ gözümü. 3 yaşıma kadar pek bir şey bilmediğimden, hiç 2 gözle gördüğümü hatırlamıyorum. Tek dezavantajım, insanlar 200-210 derecelik görme açısına sahipken bende bu oran 120-130 derece. Neyse, bu konuyu çok anlatmıştım. 

Çocukluğum bu ağacın tepesinde geçti.
Küçüklüğüm yolunun toprak olduğu bir köyde geçti. Bahçede iki erik ağacı vardı, baharın geldiğini eriklerden anlardık. Salıncak zamanının geldiğini de eriklerin bitişinden. Babam ağaca çıkar, her yıl urgan bağlamaktan iz yapmış yerden ipi aşağı salar, annem de bir seleyi iki yanından tutturup içine minder atardı. Bir daha hiçbir şeyde, o salıncakta hızlı hızlı sallanmanın verdiği heyecanı hissetmedim. Salıncağın bahçeye kuruluşu, bir seremoninin ilk perdesidir aslında. Baharın adı kısa-kollu mevsimidir. Ben çocukluğumda tombik bir velet olduğumdan çimdikleyenim eksik olmuyordu. 

Fotoğrafta sadece kafam olduğuna göre babam çekmiş.
Hatırlıyorum, babamın 94 yılında Hacc'dan getirdiği bir fotoğraf makinesi vardı. O zaman için çok lüks bir şeydi o, çünkü köyde çok az evde vardı. Yakın komşularımız haricinde pek az kimse tarafından bilinirdi bu, istenilmesinden korkulurdu. Şimdi her mutlu anımızın şahidi, o fotoğraf makinesidir. Her yanımız çayır çimen olduğundan, pikniğimiz hiç bitmezdi. 


Kardan adamın boynundaki atkıyı 5 milyon biriktirip de tuhafiyeden almıştım. 
Kardan adam olur, benden...
Kışlarımız sobanın dibinde geçti. Ben üniversitede yurda çıkana yatakta yatmamıştım. Yani kendime ait bir yatağım olmadı, çekyatlarda uyudum. En başta çok garipsedim o rahatlığı, birkaç ay sırtım ağrıdı. İsmet Özel'e muhalif olacağım ama kar yağınca kirlenen bir şey değildi benim yüzüm. Hatta karla parıldayandık. Kar yağdığı geceler, inşallah tutar diye kar duasına yatardık. Eğer kar varsa abimle bahçeye koşup ekim elini daha çok bekletebilecek diye yarış yapardık. (Bilin bakalım hangi cengaver kazanırdı?)


Salak. :D
8 yaşımdayken ilk arabamızı almıştık, beyaz Renault Broadway. Türkiye'deki pek çok ailenin ilk arabası. Annem hep anlatıyor, aldığımızın ertesi günü abimle sabah erkenden  kalkıp camdan arabayı seyretmeye koyulmuşuz. Gerçi sonra beyaz hayallerimiz kabusa dönmüştü. Arabayla bi alıp veremediğimiz yoktu, sorun babamın 30 yaşındayken aldığı ehliyeti 40 yaşında kullanmaya başlamasıydı... O zaman ki imkanlarımızın el verdiği ölçüde bir kutlama yapmak için ucuz yollu bir köfteciye gitmiştik. Arabayı park edecek yer bulmakta sorun yaşamadık ama park etmek... Vitesi geriye almak için topuzun mandalını çekmek gerekiyormuş, babam bunu bilmiyordu. Arabayı tam geri yanaşacak pozisyona getiriyordu, orda film kopuyordu. Gerisini abimle ben hallediyorduk, arabayı geri geri itiyorduk. (mallığa bakar mısınız ya). Neyse ki bu durum çok sürmedi, babam bir arkadaşından işin doğrusunu öğrendi. Gerçi çok ittik biz o arabayı, neyse.


8. yaş. Annemle İstanbul'a düğüne gitmiştik.

İlkokul da sınıf birincisiydim. Ama ilgi budalasıydım da. Kendimden başkasının sivrilmesine tahammülüm yoktu. İlkokul öğretmenim de elindeki kumaşın nasıl kesileceğini bilen bir insan değildi. Daha o yaşlarda başladım ziyan olmaya. (önce bir kaç damla yaş...) Köy okuluna gitseydim büsbütün hebâ olmuş olurdum, yine bir yerinden kurtarmışım. Ama doğru ellerde işlensem çok daha bilgili olurdum. Bir keresinde öğretmenime özür diletmiştim, 4. sınıftayken. Soru şuydu, Türk devletleri arasında ilk Türk adını kullanan devlet hangisidir? Sınıfın çok bilmişleri Büyük Hun Devleti diye bastırdı, ben de bağıra bağıra onun olmadığını söyledim. Öğretmen başta onların cevabını kabul etti. Sonra kitabı açıp benim cevabımın doğru olduğunu gördü, utandı. (bi şey bilmesek bağarmayız di mi?) Ben de müsaadenizle deyip Şükür, şimdiki halimden şikayetçi değilim ama potansiyelimi tam anlamıyla kullanamadığım için üzülüyorum. Enstrüman çalabilirdim mesela. Şimdi öğrenmeye vaktim yok. 
Varlığının tiryakisi yokluğunun delisiyim...
Beni senden mahrum etme gözlerinin hastasıyım...

Biz biraz mazlum büyüdük. Allah'a şükür ki öyle büyümüşüz. Şımartılmadık. Elimizdekinin kıymetini bilerek büyütüldük. Yani, yoksulluğumuz oldu ama yoksun olduğumuz hiçbir şey olmadı, elhamdülillah. Tevekkül eden her insana verdiği kadar bol rızık bahşetti Rabbim bize. Babam nimetin O'ndan olduğu şuuruyla yetiştirdi, annem de dünyalık olanın dünyada kalacağı bilinciyle. Elhamdülillah, akşam olduğunda geri geleceğimiz yuvanın huzuruyla büyüttüler bizi. Allah razı olsun onlardan. Sünnet olduğumda 6. yaşımdaydım. Yani okula başlamadan evvelki yaz. Okulların açılmasına bir ay kala deprem oldu, okullar iptal oldu. Geç başladı yani. O zamanlar başbakan Ecevit'di. Televizyonda ne zaman görsem tokat atıyodum okulları erteledi diye. Beyaz sünnet ayakkabılarımı siyaha boyayıp okula onlarla gitmiştim. Ne güzeldiler. İlk markalı ayakkabımı aldıklarında 6. sınıfa gidiyordum. Ne sevinmiştim o zamanlar. Orjinal olduğuna inanmayanlara mağazadan kestikleri faturayı gösteriyordum. (Allah'ım görgüsüzlüğe bak.) Şimdi aldığım hiçbir ayakkabıya o kadar sevinemiyorum ve özlüyorum bunu. Ama o şımartılmayışım bugün bana iktisatlı davranmayı sağlıyor. 
When i was a child and bülbül gibi şakırken...
Köy yerlerinde okul diploması geçmez. Parası pulu olanın şanı konuşulur ama evladı hatim edenin namı konuşulur. Kısır günlerinde anneler, kahvehanelerde babalar evlatlarının hatim yapmasıyla böbürlenirler. Aslında trajikomik bir durum. Manevi bir dünyaya giriş vesilesi ama ebeveynler için iftihar değil dedikodu malzemesi oluveriyor. Zaten bir iki yıl sonra Kuran'ı Kerim'ler kılıfına koyulup duvara asılıyor, oradan korumaya başlıyor muhattabını. Kuran insanı nasıl koruyacaksa... Elhamdülillah, özellikle üniversite yıllarında Kuran'a olan ihtiyacım daha da alevlendi ve nefsime uyup kaçmadım ondan. Şevkim arttıkça ben de Kuran'a sarıldım, o da sırlarını bir bir açtı bana. Hala daha edineceğim bir sürü sır var. Kuran bir kullanım kılavuzu okuyup anlayan için. Biz onunla konuşmadığımızda o da bizimle diyaloğunu kesiyor. Üstelik hiç eskimiyor, her an taptaze, dupduru. Mealden rastgele bir sayfa açıp da okusam bile, o anki durumumla ilgili illaki bir öğüt çıkıyor. Mucize. İnşallah böyle bir şuura sahip insan çıkar karşıma, kalbime mukabil kalbi bulurum. İstiyorum ki, hergün eve geldiğimde 10 sayfa ben 10 sayfa da hanımım, karşılıklı Kuran okuyalım. Şu ayetin nûruna vasıl olan evlerden olalım: Allah, göklerin ve yerin nûru'dur. O'nun nûru şöyle bir misalle anlatılabilir: İçinde lamba bulunan bir fanus; kandil kristal bir cam içinde; kristal de sanki inciden bir yıldız. Kandil, doğuya da batıya da ait olmayan kutlu, pek bereketli bir zeytin ağacından yakılıyor; öyle ki, yağı daha ateş değmeden hemen kendiliğinden yanıverecek. Nûr, yine nûr. Allah, kimi dilerse onu nûruna iletir. Allah, insanlara böyle misaller verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. Bu kandil, içlerinde Allah'ın adının anılmasına ve yüceltilmesine izin verdiği evlerdedir; onların içinde sabah akşam O'nu tesbih ederler." Nûr Suresi, 35-36. Ayet.

Aklı olan adam niye sınıfta şemsiye açıp fotoğraf çektirsin ki?..
Liseye geçiş sınavında okul birincisi olmuştum, bana burs bağlanmıştı. Altı ayda bir 200 lira mıydı neydi. İyi paraydı yani. Gerçi kendi kafama göre çarçur ettiğimden ilk burstan sonra karta babam el koymuştu. (erqenliq). Ergenlik yıllarımda çok asiydim. Babamla hiç anlaşamazdım. İşlerimi hep annemle halletmeye çalışırdım. O yılların ritmi ayrı olduğundan kendimi suçlamıyorum elbet, babamı da. Zaten akıl bâliğ oldukça babamla aramdaki mesafeler de kısaldı. Şuan evden işe-işten eve bir hayat yaşadığım için en yakın arkadaşlarım da onlar. Ben işteyken beni özlediklerini söylüyorlar. Bunu ilk duyduğumda gözlerim dolmuştu. Lise hayatım koca bir ziyandan ibaret olduğu için kısa keseceğim. Derslerim filan da iyi değildi zaten. Müdür yardımcısı, ıyyykk. Şirret adam. Hiç sevmiyodum. (hala sevmiyorum.) Bi keresinde derste oyun oynarken telefonumu kaptırmıştım, 10. sınıfta. Bir hafta sonra annem geldi almak için. Babam aramış, ekranda cevapsız aramalar gözüküyor tabi. Ben de "Babişko" diye kaydetmiştim. Annemin yanında vay efendim neymiş, insan babasını babişko diye kaydeder miymiş? SANA NE LAN?! Uff, sinirlerim bozuldu gene. Özellikle 9. sınıfta tam bir haşereydim. Haftada 10 saat ingilicce görüyorduk. Ben bir keresinde duvara bi şeyler karalamışım keçeli kalemle, saçma sapan bir şey. İngilizce öğretmeni gördü bunu sınıfı gezerken, sınıf öğretmeni aynı zamanda. Dedi ki bunu kim yaptı, dedim beeennn. (yüzsüzlüğe bak). Dedi ki öbür ders bunu görmücem burda. Kadını adı Elif Yaprak'tı. Teneffüste bahçeden iki yaprak koparıp yazının üstüne yapıştırdım. :D sınıfa geldi, ders başladıktan sonra sen bana hakaret mi ediyorsun diye cıngar çıkardı. Ne alakaysa. :D adını yaşatıyoruz işte kadın. :D Derste çok uyuyordum ben (şaşırmadınız umarım?) akıl fazla geldiği için mi kafan düşüyor diyordu... Hakaret mi övgü mü bilemedim ki... Neyse, bu kadar lise yeter. Çok şükür hiç sene kaybetmeden üniversite hayatına geçtim, dershanelerde ömür çürütmedim.


Sağımdaki babam, solumdaki dedem değil. 

Üniversiteye kayıt olmaya geldiğim gün, annemin de hac kurasında yedek listeden asil listeye geçtiği gündü. Çifte bayram. Üstelik bir yıl evvel gittikleri umre ziyaretinden dedemin vefatı sebebiyle erken dönmek zorunda kalmışlardı ve bu sefer yaklaşık 50 gün Arabistan'da kalacaklardı. (Size bi soru, Dünyanın En Güzel Arabistan'ı kimin şiir kitabıdır?). Onlara belli etmesek de, abimle geçirdğimiz en buruk bayramdı. Bu arada o da 2 yıllık Ankara macerasını bitirmiş, benle beraber İstanbul'a geçiş yapmıştı. Ben GYTE(sonradan GTÜ olduk) Malzeme Bilimi ve Mühendisliğini, o da İstanbul Şehir Üniversitesi Sinema Televizyon bölümünü kazandı. Hazırlıkta edindiğim en güzel şey fotoğraf makinesiydi. Kendi halimde İstanbul'u geziyordum ancak bir yerden sonra sıkıldım. İnsan hafızasını biriktirmek istiyor. Yanıma ikinci bir göz olarak fotoğraf makinesi almak istedim. Zaten çocukluğumda beri hevesim vardı. Aldım. Zamanla makineyi tanımaya başladım, tecrübe edine edine de kendimi tanımaya... İnsan bir şeyleri başardığını farkedince, yaşamak o zaman sanat oluyor. Bu yalnızca resim yapmak, şiir yazmak değil, kek yapmak, bi kitap bitirmek ya da bir film izlemek. İnsan planladığı şeyi gerçekleştirince çok mutlu oluyor. İnsan mutsuzsa bilin ki bir şeyleri erteliyordur. (Aynştayn was here). 

que diriez-vous d'une tasse de thé mösyö.

Üniversitedeyken gezdim. Fotoğraf çekmek de bahanem oldu, fırsat buldukça gezdim. Sadece İstanbul'da 30'dan fazla camiye gittim. (say lan?!). Gittiğim her yerde camileri gezmek de adetim oldu, elhamdülillah. Bu fotoğraf Safranbolu'da, bir köy kahvaltısında çekildi. Ben geziden habersizdim, hazırlık olduğum için okulda sabit bir çevrem vardı. Fotoğrafçılık Kulübü'nden bir arkadaşım yer varsa sen de gel dedi. Olur mu yer var mı derken bi baktım, gece otobüsteyim. Liseden sonra saçlarımı uzatmıştım. Uzattım dediğim de bu kadar gerçi. Sonra babam kızdı, kestirdim... (ağlıorm bi sn).
inception...

Birinci sınıfta derslerim çok kötüydü, 13 dersten 3'ünü verebildim. Hatta bu yüzden okulum bile uzadı. Ama Fotoğrafçılık Kulübü başkanlığını bana devretmişlerdi ve hayal ettiklerimin çok daha ötesinde işler yapmak nasip oldu. Fotoğrafçılık dersleri yaptık, geziler düzenledik, 2 tane sergi açtık. Fotoğraftaki fotoğraf (what?!) o gezilerin birinden. Tüm gün yorulduğum için vapurda ağzım açık uyuyakalmışım. Sonra o halimi biri çekmiş, onun adıyla sergiye koydum. Sonra da o fotoğrafla fotoğraf çekindim işte çok komik ehuheeuheu. Kulüp başkanı olmam en çok şu iki şeyde işime yaradı: İlki; mimarlar Gökçeada'ya gezi düzenliyordu ve arabada yine 1 kişilik yer vardı. Bilin bakalım oraya kim kondu... Yıl boyunca yaptığım hizmetlerden ötürü 4 günlük tüm masraflarımı da okul karşılamıştı. (hayat bu be krdşm). İkinicisi de bahar şenliklerinde Gripin ve Mustafa Ceceli (pardon adam demişim) konserlerini en önden takip etmiştim. 
hâlbuki aşk / başka ne olsundu hayatın mazereti.



İkinci sınıfta aşık oldum. Karşılık da buldum. Ama daha çok toydum. Ondan geriye ne kaldı derseniz, ne olmadığımı öğrenmiştim derim. Biz hep ikircikli bir hayat yaşıyoruz. İçimizdeki benliğimizle dışımıza yansıyanlar apayrı. Aklımız bize bir şey olduğumuza dair varsayım bildiriyor ama dışardan bakanlar bunu bilmiyor. muş. Ben de sonradan öğrendim. Ama pek çok huyumu değiştirdim. Çok üzülsem de, çok payeler atlamaya vesile oldu çok şükür. Bir yılım bunalımda geçti ama en güzel günlerimdi. Birbirimize uygun değiliz dedi, gitti.



tutunamayanlar mı o? değilmiş prdn.


Bir yılım böyle geçti. Daha sonra birkaç yılım da. İnsan terk edilince halini kimseye anlatamıyor, anlatsan da anlamıyorlar ki. (Canım Oğuz Atay.) O dönem 5000 sayfadan fazla kitap okudum. Ertelediğim merak ettiğim ne varsa, ne kadar kitap dergi varsa hepsini okudum. Dersleri falan da umursamadım. Yurt odasına gömdüm, acıya gark ettim kendimi. Kıvrandım durdum. Yardım da beklemedim kimseden. Yalnızca Allah'la yakın oldum. Allah ağrılarımı hissettim, buldum. Bilirim ki "Başınıza gelen iyi şeyler Rabbinizdendir, kötü şeyler ise kendinizdendir. Şahit olarak da Allah yeter." Nisa Suresi, 79. Ayet. Okuduklarımın pik verdiği kitapları sıralayacak olursam eğer;

3 ayrı türden 3 kitap söyleyeceğim. Evvela kitap okumak benim için zihnimin haritasını çıkarmaya yarayan bir uğraş, yani zihnimde olanın kelimelerden kalıplarla önüme konulması için okumaya gayret ederim. Biraz karmaşık söyledim, ama mesele anlamak aslında. Eğer okuduğumun zihin aynamda bir karşılığı varsa okuduğumu anlamış olurum ve kitap benim iç dünyama ışık tutmuş olur. Satırların alt yazısında kendimi okumalıyım ki, kitap okuyucu olarak beni seçmiş olsun. İlk olarak romandan izah etmeye çalışayım. Hayatım sebepsiz yere yaptığımı sandığım her şeyin aslında kendimde bir karşılığının olduğunu, ancak sorgulama yetimi kullanmayışımdan ötürü bunun farkında olmadığımı yüzüme vuran kitapla yeni bir şekil aldı. Daha doğrusu bir şekle büründü. "Bir kitap okudum, hayatım değişti." dediğin kitap nedir diye sorsalar; soruyu "Bir hayatı okuduğumu kitabı yaşarken farkettim." diye revize eder, Albert Camus'nün Yabancı'sıdır derim. Çok uzatmayayım. Deneme türünde ise İsmet Özel’in Vel’asr’ını söyleyebilirim. Çünkü bana evetin karşıtının hayır olmadığını, siyahın zıttının beyaz olmadığını, birin tersinin sıfır olmadığını ayan beyan o kitap gösterdi. Bu ne demek biliyor musun? “Sana gelen her iyilik Allah'tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir.” Nisa, 79. ayetinin şuuruna varmak demek. Yani Allah’la aramda herhangi bir pazarlığın söz konusu olmadığını, yalnızca onun kul olarak buyurduklarını yapmamla yükümlü olduğumu, yapmadığım takdirde bunun sorumlusunun muhakkak ben olacağımı anlamam demek. Mutlak acziyetin farkına varmak aslında. Son olarak da şiir kitabı söyleyip bitireyim: Rainer Maria Rilke’nin Dua Saatleri Kitabı. O kitap sayesinde imanın insanın içinde, İslam’ın ise insanın dışında olduğunu idrak ettim. Kendisi Müslüman değildir aslında ama onun dünya bakışında Allah’ı her yerde, her zerrede aramak vardır. Yaptığı her imgede de Allah’ın varlığını anlatır. Biz, bizden olmayanla çatıştığımız zaman Allah bizimle deriz ya her zaman, aslında Allah herkesledir. Yani başımıza gelecekler imanla değişmez, o bize ferah bir bakış açısı katar sadece.  O’nun varlık kırıntısını görebilen, artık her yerde onu aramaya başlar. Üstad’ın dediği gibi: “Onu bulan zindanda da olsa bahtiyardır, bulamayan sarayda olsa bedbahttır.” 

Gülhane Parkı Ahmet Hamdi Tanpınar Kütüphanesi

Sona bu fotoğrafla geleyim, özet geçip bitireyim. 18. yaşımda Allah'a karşı mutlak aciz olduğumu kavradım, ihtidam oldu. 19. yaşımda dünyayı değiştirmenin yalnızca kendimi değiştirmemle ve sorumluluk alıp bir şeyleri gerçekleştirmekle olacağını idrak ettim. 20. yaşımda insanları değiştiremeyeceğimi; yalnızca onlara yeni bakış açıları katabileceğimi öğrendim. 21. yaşımda ne olmadığımı anladım. 22. yaşımda ne olmak isteğimi. 23. yaşımda ise ne olduğumu. 24. yaşımda ise kaderin gayrete aşık olduğunu teyit ettim. 25. yaşımda ne olacağım, bilmem. "Kim de ahireti diler ve bir mümin olarak buna yaraşır bir çaba ile çalışırsa, işte bu çalışmaları makbul olur." İsra Suresi, 19. Ayet. düsturuyla yaşamaya devam etmektir dileğim. Aslında doğum günümde yazdım ama doğum gününe şerh düşmeye de lüzum görmem. Zira bu konuda düşüncem, Sabahattin Ali'nin dediği gibidir:"İnsan ömrü doğumdan ölüme kadar uzanan tek bir yoldan ibarettir ve bunun üzerine yapılan her türlü taksimat sunîdir." 

Allah'ım, bizlere verdiklerinden ve vermediklerinden, istettiklerinden ve istetmediklerinden, yaptırdıklarından ve yaptırmadıklarından ötürü şükürler olsun. Bizlere hayırlar ver, dünya adına verdiğin imtihan vesilesi olan şeylere karşı bize sabır ihsan eyle. Cimrilikten ve müsriflikten muhafaza et. Bizleri haramdan ve yalandan sakındır, bizi sana karşı gelmekten uzak tut, bizi sana karşı mahcup etme. Yaptığımız her işi, ettiğimiz her muhabbeti sana çıkaran kullarından eyle. Bize yardım et, bize merhamet et ve bizi affet. Sen bizim elimizden tutmazsan nefsimize karşı bize yardım edecek kimse olmaz. Anneme babama abime bana ve senin yolunda benden dua bekleyen bütün mümin kardeşlerimize ve ailelerine, düşman zulmü altında olup da bizde dua bekleyen tüm müslümanlara kolaylıklar, gayretler, ferahlıklar, yardımlar lutfeyle. Bizleri senin adınla alıp senin adınla veren, senin adınla başlayıp senin adınla işleyen kullarından eyle. Amin.

Hepimizin Rabb'ini bulduracak Allah ağrısı var.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder