Çarşamba, Temmuz 26, 2017

sekînet. / snoozing!

Bismillahirrahmanirrahim.
“Her zümre kendi yandaşlarıyla ferahlık içindedir."
Rum Suresi, 32. Ayet.
Mü’minun Suresi, 53. Ayet.

Allah’ın selamı rahmeti bereketi üzerine olsun canım blogum. Nasılsın iki gözüm, mis kokulum, güzel suratlım. Gönlünü almaya yeltensem de biliyorum, dargınsın. Çünkü epeydir yazmıyorum. Ama bak unuttum demiyorum, sadece yazamıyorum. Eve geri döneli 6 ay oldu. Farkediyorum ki blogumun varlığı, beni var eden şeylerdenmiş. Yani yalnız kaldıkça beni bana keşfettiren, beni bana bulduran. Acaba bu yazıyı kim okuyacak? Bu yazıları kim okudu? Evvelden buna çok kafa yoruyordum. Hatta belki okur diye birilerine göndermeler yapıyordum. Yaptığıma değimiş midir? Meylim birinin gözünü seyirtmiş midir? Eskiyi öyle çok özledim ki.
Geçenlerde yurt akşamlarını birlikte sohbet ederek kıymetlendirdiğim bir dostum yazdı, uzun uzun konuştuk. Öyle güzeldi ki sohbet, varolduğumun farkına yeniden vardım. Bu yazının adı da bu yüzden sekînet. Ben isterdim ki, varlığım birinin mutluluğuna sebep olsun. Ama bu vesileyle yüreğine dokunabileceğim kimsem yok etrafımda. Beni görünce yüzünde güller açan birilerine denk gelemiyorum. İrtifa kaybediyorum, aslında. Ayette “Allah’ın ipine sımsıkı yapışın.” Ali İmran, 103. derken acaba bunu mu kastediyor? Dünya bir düşüş yeri, bu yüzden sırat-ı müstakîm olmanın yolu Allah’ın ipine tutunup da düşmek. Bazen öyle sabahlar oluyor ki, yataktan çıkasım gelmiyor. Uykumu alamamaktan ya da yorgunluktan değil; sebebimin olmayışından. Birisi hal hatır sorduğunda; elhamdülillah iyiyim, günleri geçiriyorum, diyorum. Günleri geçirmek ne demek?
Biliyor musun, bazen nefes alıp verdiğimi unutuyorum. Bazı refleksler vardır hani, dizine çekiçle vurulursa ayağın ileri teper veya sobaya elin değerse aniden geri çekersin. Çünkü yanarsın. Bazen dünyanın benle bir hengame içinde olduğunu ve ona karşı koymak için nefes alıp vermek zorunda olduğumu hissediyorum. İnsan nefes alıp verdiğini unutur mu? Unutuyor inan ki. Ben dünyadaki en sahtekar insanların doktorlar olduğunu düşünüyorum. Çünkü çoğu zaman çekmedikleri acılar hakkında tahakküm ediyorlar. Gidiyorsun mesela, gösteriyorsun şuram acıyor, film çekelim diyor, 2. kattaki filanca doktora yolluyor seni, sonra şu tahlili yapalım diyor, şu testi de yapsınlar. Sâlimen gidiyorsun bir hastaneye, aman işimiz erkenden bitsin derken hafakanlar basıyor. Koridorlarda sürünen onca insanı görünce diyorsun aman bu derde de şükür, ne dertler varmış. Bir dirhem hastalığın üstüne bir de psikolojik yük biniyor, hasta olarak çıkıyorsun tekrar doktorun yanına. Tamam diyor hastalığın bu. Şu ilacı yazıyorum sana, bunları da al. 20 gün sonra muhakkak gel ama. Bilmiyor ki senin acının ölçüsü ne, boyutu ne, ederi kaça, sermayesi kimde? Doktor burda elbet bir metafor ama anlattığım şey işte dünya. Meşgalem ne olursa olsun, bu hikayenin yalnızca kahramanları değişiyor. Roller haddi zâtında aynı. 
Bilhassa gece karanlığında araba sürerken ansızın radyoda çalmaya başlayan ve yüreğimize dokunan şarkılar vardır. Öyle ki o an bitmesin diye yetişeceğimiz yere geç kalmak pahasına da olsa hızımızı bir miktar düşürüp, o an bitmesin diye yolu ağırdan alırız. Artık öyle bir şarkıya mı denk gelmiyorum yoksa şarkıların dokunacağı gönlü mü yitirdim, bilmiyorum. 3 yıl evvel, yeni samimi olduğum bir arkadaşım bana “Ben seni tanımadan önce senin gibi insanlar yok sanıyordum.” demişti. Acaba bugün görse “Bence artık sen de herkes gibisin.” der mi? Bilmem. Aslında bu yazının başlığı yalnızca “snoozing!” olacaktı. Ama derdimin tanımından ziyade şifanın kaynağını bulduğum ayeti görünce sekînet olsun istedim. Sabahları 7:18’de telefonun alarmı çalarken parmağımı ekranın üzerinde sağa kaydırırsam “snoozing!” aktif oluyor. Yani biraz daha uyku. Peki hiç böyle bir şey oldu mu? Hayır. Çünkü sistem izin vermiyor. Bu büyük saatin kadranları arasında kendine yer bulmak kaygısı gibi bir şey aslında. Yani değişmez bazı unsurlar, büyük dişli mekanizmalar var. Onlara uymak ve kendimi onların arasından merdane gibi geçirmek zorundayım. Böylece zaman beni bir haddeden geçiriyor ve yassılaştırıyor. Bu çarkların altında ezilmemek içinse kendi zamanlarımı verimli kullanmalıyım ve farzlarımı tam vaktinde eda etmek zorundayım. Farzları aksatmamak nefsime gem vurmamla mümkün, yani tam vaktinde yapıp ertelememekle. Eğer namazları arka plana atıp zamanı verimli kullanmak istersem, o zaman ne yaptıüım işin bereketi kalıyor ne de kıldığım namazın huşûsu. Bu öyle bir şey ki, her şey salimen bir ahenk içinde. Yani ruh sağlığımı stabil tutmak için ezan yatsı ezanı okunur okunmaz namazı kılmak zorundayım. Ben dünyanın enii sıkıştırdığı merdaneden kurtulmak için ibadetle kendimi büzüştürmek yerine, istemeden olsa kendimi ona kaptırmayı yeğliyorum. İnsan=isyan+nisyan. Ama tek başına olması çok zor. Hasan Ali Toptaş’ın bir kitabını okudum en son, şöyle diyordu: “Bazı canlıları yara öldürmüyor, muhatapsız kalmak öldürüyor.” Biliyor musun, hasta olunca boğazlarım acıyor ama boğazımın varlığını fark edebilmediğim için seviniyorum. Kendinin ücrasında yaşayan için, uzak nerededir?
Bazen canım bile isteye acı çekmek istiyor. Öyle durumlarda neye üzüleceğime şaşırıyorum. Acılarımın hepsi o kadar güzel ki, hiçbirine haksızlık etmek, birbirine hak geçirmek istemiyorum. Acım, tığ ucuyla oyalanmış danteller gibi ve her ilmeğinde apayrı bir hatıra var. Neden gelecek kaygısı yaşamak varken durup durup geçmişe özlem duyuyorum? Çünkü ben Allah’a mahcup bir ömür tüketiyorum. Yabancıya yazdığım 4 sayfa mektup, hâlâ kopyası elimde duruyor. Acaba o ne yaptı? Bir köşeye sakladı mı? Sanmam. Yırtıp attı mı? Belki. Ya da şükûfenâme’yi alıp yollamalıydım ona. Kabul etmeyecekti ama, içimde kalınca daha mı iyi olacaktı? Üsküdar’daki sahafların önünde Turgut Uyar’ı görünce o gelmeseydi? Almayıp da pişman olacağıma alıp da pişman olurum, en azından bir şansım olur demeseydim? Keşke demeseydim. Yapmayıp da pişman olacağım ne varsa, hepsini yapıp da pişman oldum. Zor geliyor, gücüme gidiyor böyle yaşaması. Dedim ya, varlığım birinin mutluluğuna sebep olsun istiyordum. Yanıldım ne yazık, unutulmuşum.
Yazıyı nasıl bitireceğimi unuttum. Ama unutmamakla yükümlü olduğum bir Allah ağrısı var.

1 yorum:

  1. Varlığınız birine ayna tutuyor. Varlığınız durulmuş birini yeniden akmaya teşvik ediyor. Varlığınız bazen yol arkadaşlığı bazen yol kılavuzluğu yapıyor. Varlığınızı tevafuklarla bana bildiren Allah'a hamdolsun.(elbette burada varlığınızdan kastım canınız blogunuz) Allah karşınıza varlığınızla mutlu olacak insanlar çıkarsın. Var olun.

    YanıtlaSil