Salı, Mayıs 16, 2017

allah için sevmek.*

Bismillahirrahmanirrahim.
“İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah’ın rızasını almak için kendini feda eder.
Allah da kullarına şefkatlidir."
Bakara Suresi, 207. Ayet.

Selamun aleyküm blog, ben geldim. Evvelden 10 günde bir birlikteydik. Şimdi ayda bir zor görüşür olduk. Halimi hatırımı hiç sorma; birini mi kınadım, beddua mı aldım bilmiyorum. Azala azala tükeniyorum. Hayır da şer de Allah’tan ama, hayırdaki şerri, şerdeki hayrı görecek feraset versin bana. Elhamdülillah, halime şükrediyorum. Ama verdiğim emeklerin günbegün ziyan olduğunu gördükçe üzülüyorum. Eskiden yaşamış olduğum şeyler için avunuyordum, bir daha asla yaşayamayacağım aşklara teğet geçtiğim için. Nerden biliyorsun deme, bu yazıyı yazdıktan sonra hiç yazmamış gibi davranabilir miyim? Davranamam. Böylesi iştiyakla sevdikten sonra hiç sevmemiş gibi yapabilir miyim? Yapamam. Ama hiç sevilmemiş gibi hissedebiliyorum, nasıl? Bilmem. Bir paragrafta benim için sevmenin özünü söyleyeceğim ve sözü İsmet Özel’e devredeceğim. Böyle bilmiş bilmiş konuştuğuma bakma blog, çok yalnızım. Dünyayı da güzelleştiremiyorum. Kıymet mi biliyorlar sanki? Ben arkadaşlarıma para gönderirken dekonttaki açıklama kısmına “Seni çok seviyorum yazıyorum.” Fark ediyorlar mı ki? Yeni insan tanımaya da üşeniyorum. Diyorum ya, azala azala bitiyorum. Gücüme gidiyor böyle yaşamak. Bir daha toparlayamayacağım sanıyorum. Allah’ım, bu halimi de sevdir bana.
Biz dünyaya Allah üzerinden bağlıyız. Annemize, babamıza, ailemize, efradımıza, eşimize, dostumuza, eşyaya, hayvana, ağaca, çiçeğe, çocuğa, arabaya, diplomaya, çorbaya. Her şeye. Bu yüzden her işe besmeleyle başlarız.  Yani Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Rahman; kulunu dünyada rızıklandıran demek. Rahim; kulunu ahirette rızıklandıran demek. Öyleyse Rabbin verdiği her şey hesapsız rızık demek. Demek ki Allah bizle adaletiyle değil, merhametiyle muhattap oluyor. Zira besmeleyle başlamadığımız işte bizim için zaten hayır yoktur, çünkü günahtır ya da malayani bir uğraştır. Yani eşyayla aramızdaki şükür bağını unutmazsak, ne başkasının malına yan gözle bakabiliriz, ne de ırzına. Eşyayla aramızdaki perde kalkar, kulluk sebeplerle muhattap olunduğunda başlar. Annenin şefkatini düşünelim. Trafiğin yoğun olduğu bir caddede evladının elini sıkı sıkı tutar çünkü arabalardan korkup tedbir alır. Evlat ise elinin sıkı sıkı tutulduğundan usanır. Halbuki daha büyük tehlikeden korunulmaktadır. Allah'ın ayetlerinde önce korku, sonra müjde sırası da bundan. Önce sıkar, avuç içine alır. Kul bundan bunaldığını sanır. Sonra sevgiyle müjdeler, sekinet verir. Yani insan dünya ile olan bağını Allah üzerinden kurarsa, harama ve malayani işlere uymaktan korkar. Ama bunun sonunda inşiraha kavuşacağını bilir. Yani Allah sadece dininde sabit olanlarla değildir, Allah herkesledir. Aksi olsaydı, Hayy ve Kayyum sıfatlarındaki kapsayıcılık kendinde bulunmazdı. Bir fabrikada patronu seven işçiler de bulunur, sevmeyen de. Ama ay sonunda herkes elinin emeği kadarını alır. Kimseye hakettiğinden azı ödenmez. Allah’ın kapsayıcılığı da böyledir. Allah'ın yanında mı yoksa karşısında mı olacağını seçmek kulun iradesindedir. Ol sebepten besmeleyle başlamayacağı işten uzak durur. Yalnız hissettiğimizde "Allah var." cevabını duymamız bu yüzden saçma. Çünkü Allah yalnızlığın da Rabb’idir. Nasıl gündüz vakti yağmur yağarken hava kararınca güneşin varlığını inkar etmiyorsak, yalnızken de Allah'ın varlığını inkar etmiyoruz. Bizim yalnızlığımız, bakiyi sevmek için verilen kalbin tenhalığında. Varlığına şükredecek sevgiyi bulamayışımızda. Çünkü muhabbetin hatrına dönüyor dünya! Biz Allah'ın azabından önce O’nun sevgisini kaybetmekten korktuğumuz için her şeye O'nun zatından bağlanıyoruz. Bu yüzden haramda kaçınıyoruz. Bilmiş bilmiş konuştuğuma bakmayın; işten gelince çoğu zaman sızıp kalıyorum. Farzları anca yapıyorum. Gerçi anlatmaya çalıştığım da bu. Yunus Emre düsturunca: "dervişlik baştadır tacda değildir / kızdırmak oddadır sacda değildir.” Kazandığımızın sevabın hesabını yaparak değil, kaçındığımız günahlarla takva sahibi olanlardan olabileceğimiz buyuruluyor. "Hiç kuşkusuz ki Allah, takva sahipleri ve ihsanda bulunanlarla beraberdir." Nahl Suresi, 128.Ayet.
Derdimi doğru düzgün anlatamadığıma göre meydanı İsmet Özel’e bırakıyor ve kalbime mukabil bir aynaya tez zamanda kavuşabilmek duasıyla, amin diyorum: Allah’ım, beni sana yakın kılacak aşkı bana yakın kıl.
"Emmanuel Levinas, gündelik mantığımıza ters gelen, hayatımızı yağmaladıkları kadar güçlerini artıran zorbaların bizi hapsetmek istedikleri nesneleşme duvarlarını yıkan bir anlayışla giriyor konuya: ”Başkasıyla karşılaşmanın en iyi tarzı” diyor, ”onun gözlerinin rengini bile farketmemektir.” Bu sözler gündelik mantığımıza uymuyor. Çünkü biz alışılagelen ve alışıldığı için değerini kaybetmemiş akıl düzenimiz içinde karşılaşmak denilince insanların birbiri karşısında durmasını anlıyoruz. Dolayısıyla karşı karşıya gelmede, birinin gözlerinin rengini farketmenin o kişiyi farketmek olduğunu sanıyoruz. Halbuki gerçek, sandığımızdan çok daha değişik, hatta sandığımızın zıddı da olabilir. Karşılaştığınız kişinin gözlerinin rengini (saçlarının dalgalanışını veya gamzesinin derinliğini) farkettiniz mi, bir bakıma orada durdunuz ve o kişiyi de gözlerinde durdurdunuz demektir.Böylece daha karşı karşıya geldiğiniz ilk anlarda aranızı açtınız sayılır.
Doğrusunu isterseniz, gerçekten karşılaşmak demek, bir oluşumu başlatmak demektir.Kelimeye bakın: Karşılaşmak, tıpkı gürbüzleşmek gibi. Ama diyeceksiniz ki, iki düşman da birbiriyle karşılaşmaz mı? Onlar da mı bir oluşumu başlatıyor? Elbette. İki düşman karşılaştıkları zaman karşı karşıya oluşlarının dışındaki bir anlam bağlantısının gereğini yerine getirmek girişiminde bulunurlar. Dostluk iyi, düşmanlık kötüdür diyerek insanların karşılaşmalarından doğacak sonuçlara dikkatinizi çevirebilirsiniz. Bu sonuçları yeri geldiği zaman uygun bir biçimde tartışabiliriz. Asıl siz buna dikkat edin: İnsanlar ister sevişmek, isterse savaşmak için karşılaşmış olsunlar; bu karşılaşmada ben ve başkası ayrımını ya algılayarak veya kavrayarak yaparlar. Algılamada bir çekiliş ve büzülme, kavramada bir atılış ve genişleme vardır. Karşılaşma tarzımız algılamaya dönükse başkası eşyalaşır. Karşılaşma tarzımız kavramaya dönükse başkasının insanlığı öne çıkar. Yani kavramak için karşılaşmışsak başkasının ne gibi bir eşya olduğuna değil, bizim için ne anlam taşıdığına bakarız. Başkasının bizim için taşıdığı anlam bütün bağlantılarımız içinde ona tanıdığımız (veya tanımayı umduğumuz) yerdir.
Levinas devam ediyor: ”Gözlerin rengine bakıldığı zaman, başkasıyla toplumsal ilişki içinde olunmaz. Yüzle kurulan ilişkiye elbette algı baskın çıkabilir, ama özgülcesine yüz dediğimiz (algılarımızla farkettiğimiz) yüze indirgenen değildir.” Gidilecek yer Levinas’ın geldiği noktadan çok daha ötededir. Biz başkasıyla olan karşılaşmamızda varlıkla olan bağlantımız derecesinde tavrımızı sergileriz. Karşılaştık. Bir yanda ben varım, öte yanda başkası. Eğer ben yeryüzündeki kalışım sırasında bütün kainatın çekilip çevrilişine olumlu bir anlam yükleyerek, doğruya ulaşma konusunda sınırlı kavrayışımla bir duyarlık sahibi isem, karşılaştığım başkasının bu çekip çevriliş içinde yerini bilmek isterim. İsterim ki başkası da bütün bu kainat içinde benim yerimi bilsin. Duyarlığımın gerçekten duyarlık olduğunu ancak başkasının duyarlığında bulabiliriz. Kısacası başkasının sen’e dönüşmesini isterim.Karşılaştığım sen olunca karşılaşmamız da yeryüzünde bulunuşumuzun iki parçasıdır. Kainatın bütünlüğü içinde birbirinin duyarlığından haberdar olan sen ve ben bağlantımızı bütün kainatta kurulan esas bağlantıya uzatırız. Bedenlerimizin olduğu kadar eylemlerimizin de yaratılmış ve yaratılmakta olduğunu şahid oluruz.Gözlerin rengine bakıldığı zaman iki ben ve iki başkası vardır. Ben ve başkası ”sen”i çıkaramaz. Çünkü gözlerin renginde sahip olunacak bir ”şey” vardır. Sahip olunacak yani tüketilecek. Tüketilebilir her şey zihnen önceden tüketilmiştir. Öyleyse gözlerin rengine bakıldığı zaman ortaya bir yol ve bir putperest veya iki put ve iki putsever çıkar.
Kainat bizim insanlar olarak sayısını bilemeyeceğimiz cazibelerle çekip çevriliyor. Her cazibe bir bağ kuruyor. Her varlık bu bağdan besleniyor.Bitkiler ve hayvanlar zaman ve mekan bağlarıyla kayıtlı. Yaratılmış olan her varlığın Yaratan’a bir ahdi var. İnsanın dışında kalan yaratıklar ister istemez bu ahde sadakat gösteriyor. Yalnızca insandır ki yaratıldığını unutabiliyor, inkar edebiliyor. Unutan veya inkar eden insan varlıkların zaman ve mekan kayıtlarını aşmaktan çekinmez, sakınmaz. Yerde ve gökte bulunan yaratıkların hayat hakkına beni, benliği, bencilliği adına sahip olmak ister. Haddi aşmayanlar, varlıkların beslendikleri bağı koruyanlar, yaratılan Yaratan’dan ötürü sevenlerdir. Eğer iki yaratık arasında bu dolayımdan geçen bir ilişki yoksa biri diğerini yıkarak ayakta kalmaya çalışır.
Allah için sevmek karşılaşılan yaratığın kainatta bir yeri olduğunu ve bu yerin yaratılış bağıyla korunduğunu bilmektir. Yaratılış bağını koruyanlar önce ele geçirmeyi değil, kendisiyle neyin paylaşılacağını düşünür. Bu yüzden de karşılaştığı insanın gözlerinin rengine değil, ilgilerine ve gidiş yönüne dikkat eder. Allah için sevmek kainatı çekip çeviren bağlara karşı duyarlı olmaktır. Böyle olmasaydı” Ey iman edenler, Allah’ın yardımcıları olun.” (es-Saf, 14), ”Allah’a gönül hoşluğuyla ödünç verin.” (el-Mümezzil,20) emrolunmazdı. Bir insan diğer bir insana ”Seni Allah için seviyorum.” derse, sevgimle yaratılışıma katılıyorum; seni ve sende olanı tüketip yutmaya gelmedim, sana bağlanışımın canlılara can veren bağlanışa ilave olmasını gözetiyorum demiş olur. Kısacası, Allah için sevmek bağları pekiştirmek, çözülüşe, çürüyüşe, yıkılışa karşı durmak demektir.Allah için seven bir bağlanışla bütün bağlanışlara riayet eder.
İsmet Özel, Tahrir Vazifeleri- Sf. 73-36 / Tiyo Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder