Salı, Şubat 28, 2017

tebeşir.

Bismillahirrahmanirrahim.

“Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz onu genişleten biziz.” Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık. O hâlde Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım. Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin. Gerçekten ben, size, Allah tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.İşte böyle! Onlardan öncekilere hiçbir peygamber gelmemişti ki, “O bir büyücüdür” yahut “bir delidir” demiş olmasınlar. Onlar bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler (ki hep aynı şeyleri söylüyorlar)? Hayır, onlar azgın bir topluluktur. Onun için, onlardan yüz çevir. Artık kınanacak değilsin. Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt mü’minlere fayda verir. Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben, onlardan bir rızık istemiyorum. Bana yedirmelerini de istemiyorum. Şüphesiz Allah rızık verendir, güçlüdür, çok kuvvetlidir."

Zâriyât Suresi, 49-58. Ayet.



Selamun aleyküm canım blog! Lisans hayatımdan kalan en kıymetli şey. İçimin aynası. Dilimin duası. Ömrümün tamamı: Allah ağrısı. Beni sen büyüttün biraz da. Ya yazmasaydım sana, ya içimde keşfettiklerime ışık tutamasaydım senin vesilenle. Ya nasip olmasaydı içimde Allah’ı aramak gailesi; rüzgarda savrulan ekinler gibi, eriyik metalin üstünde biriken cüruflar gibi, kurumuş ağaçların sonbaharda uçuşan yaprakları gibi benim de ömrümü O’nun yoluna yöneltmeden hebâ olup gitseydim? Bakma halime, yine hebâ oluyorum. Çoğum hebâ oldu. Yarıdan azımı cilalatmaya uğraşıyorum. Ama elhamdülillah, üstümden ufalananlar O’nun rızası yolunda gidiyor ya, dünyada harcadım dediklerim ahiret hesabımda birikiyor ya, ihtiyarlık gelmeden gençliğin kıymetini bildiriyor ya Allah, varsın hebâ olan ömrüm olsun… Tebeşir de yazarken azala azala bitiyor ama nasiplenip okuyanına ilim bırakıyor geride. Tükenirken vesile oluyor. İnşallah benim dünya hayatında ziyan olmam da ahiret hayatımda çoğalmama vesile oluyordur böylece. Hem dünyanın yavanlığını anlayacak idraki nasip etmeseydi Allah, belki de bu kaygan şeyi elimde tutmaya çalışıp, beceremeyip, isyan edip, kahrolup gidecektim. Çok şükür.


"Zorlu bir kış geçirdim, seninki gibi neftî
acıktım, bitlendim, bir yerlerim sancıdı
sökmedi ama hoyrat kuralları faşizmin
çünkü kalbim aşktan çatlayıp yarılırdı."


Bu yazının diğerlerinden farkı var canım blog. Çünkü artık sana mühendislik öğrencisi olarak değil, yüksek lisans yapan mühendis olarak yazıyorum. 30 Ocak’ta Mezuniyet belgemi aldım elime: bir hafta sonra yüksek lisansa başladım; ondan bir hafta sonra da iş buldum. Hani ayette "Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve rızkını ummadığı yerden gönderir. Talak 2,3. buyuruyor ya Allah, her şeyin kendisinden olduğunu ve ruhunu kendi nûrundan üfürdüğü insanında bunu bilerek yaşadığı takdirde her kahrın lütuf olduğunu bildiriyor ve sabretmesini öğütlüyor: işte elhamdülillah, bunca emeğin ardından karşılığını nasip etti. Çok şükür. Kaderimizi kalemiyle doğrultan Allah’a şükürler olsun ki, hayalimin kıyısına erişmediği nimetlerle rızıklandı beni. Hem pazartesi günü okula gidip 2 derse giriyorum, okuldan ayağım kesilmiyor. Hem de haftanın 4 günü mühendis olarak işe gidip tecrübe ediniyorum. Kendimle alakalı ne kadar umutsuzluğum varsa birer birer savıyor Rabbim başımdan. Bazen Allah’a öyle mahcup oluyorum ki, huzuruna durup günlerce diz çökesim geliyor. Allah’la aramdaki benliğimmiş, enaniyetimmiş, egommuş. Ben kendimden O’nun yolunda ne kadar feragat ettiysem, o kadar varoldum. 


“varsın zındanların uğultusu vursun kulaklarımıza 
yaşamak
bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki."


Yaratılan ruhlar kadar Allah’a ulaşan yollar var ve herkesin kendisine “Acaba Allah beni yaratmakla ne amaçlamış olabilir?” diye sorup bulacağı bir yön var. Meslek deyince insanın aklında para beliriyor. Mesaisi az mı çok mu, maaşı kıtlığı mı doyurur tokluğu mu, kendime katacağım başka bir şey var mı yok mu. Aslında mesleğin ahiret katında karşılığı bambaşka ve insan bu körlükten ancak dünya için yaşayarak değil, ahireti için debelenerek kurtulabilir. Mesela ekmek fırınındaki kürekçi çok mesai harcayıp az para kazanan bir işçi cehennemin sıcağına elini uzatıp, onu her daim hatırında tutacağından, her an "Onların durumu, bir ateş yakanın durumu gibidir. (Ateş) çevresini aydınlatır aydınlatmaz Allah onların (gözlerinin) nurlarını giderdi ve onları karanlıklar içinde bıraktı, artık görmezler." Bakara, 17. ayetinin idrakiyle yaşayacağından, dünya hayatında harama bulaşmaktan korkarak yaşayacak. Ya da vaktini çöpçülük yaparak geçiren birisi, her gün karşılaştığı manzaraya bakıp, emeğini dünya hayatında eskitip çöpe atmaktansa  “Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbetteki ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?" Enam, 32. ayetinin bilincine varıp ömrünü dünyayla tüketenlerden değil, ahiret hayatı için biriktirenlerden olacak. Ya da elektrik işiyle uğraşan bir kişi, yaptığı işin tehlikesine ithafen her an ölümle yüzyüze olduğundan "Her canlı ölümü tadacaktır. Kıyamet günü ecirleriniz size eksiksiz olarak verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı zevkten başka birşey değildir." Ali İmran, 185. her an ölecekmiş gibi ahireti için yaşayacak. Verdiğim örnekler, günlük hayatta burun kıvırılan, belki hor görülen, hatta görmezden gelinen işler. Ama Allah her insanın kaderine kendi keşfini ayrı ayrı saklıyor ve bulup tefekkür etmemiz için her gün sayısız mucizeyi cereyan ettiriyor gözümüzün önünde. Elhamdülillah. Öğrenciyken pek çok sırrı keşfettirdi bana ama henüz mesleğimin ardında gizlediği hakikate vasıl olamadım. Olsun, yol yürümekte, varmakta değil. Ömür aramakta geçecek, bulmakta değil. Kalbimi mutmain kılan her vesileye şükürler olsun.


"Yaraların kabuğu kolayca kaldırılıyor
halkın doğurgan dünyasına dalmakla
onların güneşe çarpan sesini anlamayan
dört duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri seyir bile edemezken içimizdeki şenliği
yılgı yanımıza yanaşmazken
bizi kıvıl kıvıl bekliyorken hayat
yıkılmak elinde mi?"


Ama insanın derdi tasası biter mi, bitmiyor tabi. Beş buçuk yıl aradan sonra Bursa’ya, ailemin yanına geri taşındım. Gelgelelim; yurdu özledim. Özellikle haftasonlarını çok özledim. Ağzımdan tek kelam çıkmadan kafamda ettiğim gürültüleri özledim. Evde herkesin hoşuna gitmek zorundayım. Her kalıba sığmak zorundayım. Her plana uymak zorundayım. Ve kitap okuyamıyorum, çok zordayım. Bir kaç yıl önce "Bu günleri özleyeceğimi bile bile yaşaması zor geliyor.” diye tweet atmıştım balkonda denizi seyrederken. Bilerek yaşaması daha da zor. Bursa'ya da alışamadım. İstanbul'da ne güzel kaybolabiliyordum, burda öyle değil ki. Zaten her yeri biliyorum. Neredeyse hiç arkadaşım yok. Edinilmiş yalnızlığım kıstırılmış yalnızlığa dönüşüyor. Dönüşümü görmek de acı. Gerçi bir arkadaşım hat kursuna başlamamı tavsiye etti ve benim için kurs prosedürünü öğrenmeyi kabul etti. Şükür, ben ne kadar sancısam da Allah kuluna Hızır’ını yetiştiriyor hemen. İnsanlar hakikat gerçeğine o kadar boğulmuş ve bundan o kadar sıkılmışlar ki, gözlerinin önünde beliren bunca keramete gafil kalıyorlar. Herkes hakikati söylemek peşinde; kimse hakikate uymak derdinde değil. Yıllar evvel, karlı bir ocak günü saat gece 3’te bir dostum arayıp “Kalk hadi teheccüd kıl.” demişti. Hakk’a ayan hakikat bu işte. Söylenen değil, yapılan. Bilinen değil, uygulanan. Herkes bulduğunu güzellemenin peşinde, kimse aramayı güzellemiyor. 


“biliriz dünyadaki yorgunluk habire mızraklanır
dağlarda gürbüz bir ölümdür bizim arkadaşlarınki
pusmuş bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak
ama budandıkça fışkıran da bizleriz."


Biliyorsun blogum, uzun zamandır vaktim bir şeyi, imanımın geri kalanını tamamlayacak şeyi beklemekle geçiyor. Aşk olsun diye bekliyorum, Allah beni kalbimdeki ayrık otlarını temizlemekle beni meşgul ediyor. Bak sana bunlardan birini anlatayım. 2015 yılının yaz ayında staj yapmak için yurtta kalıyordum. Yaz ayıydı, yemeği kendim yapıyordum, zordu. Bi de çok akıllıyım ya, o buhranlı vakitte Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’u okuyordum. Bir gün yine iş çıkışı otobüse yetişmek için koştururken kan ter içinde kalmıştım ve güç bela kendimi otobüsün içindeki kalabalığa atıp, tutunacak yer aranmıştım. Bir ara otobüs duraklar gibi olduğunda arkama bir bakış attım: galiba bu anı ömür boyu unutmayacağım. Zehra bana bakıyordu. Öyle hiçbir şey yaşanmamış gibi de değil. Bunca kahrettim, bunca cefa çektirdim, az gelmedi ettiğim sana, sen yine gel der gibi bakıyordu. Bahsettiğim bakış saniye falan değil, saniyenin binde biri anca. Allahım çıkmadı aklımdan. Kendime onca yalvardığım, dil döktüğüm, yalvardığım Zehra’yı affetmeye bahaneler ararken yakalıyordum kendimi. Ne zamanki aynada kendime baktım; yüzümün kıvrımları, alnımın kırışıkları, gözümün uykusuzlukları tokat gibi çarptı yüzüme. Bir daha da umudunu değil, acısını çoğalttım içimde. Dün sayfa sayfa mektup yazmışım gibi içimi dökmek istediğimi gördüm okulun kantininde. İnsan hiç yaşanmamış şeyleri nasıl hiç yaşanmamış sayar? Hayal kırıklıkları insanın neresinde birikir, neresinde nefes borusunu tıkamaya başlar? İnsanı kaç dirhem acı oluşturur, onu kaç kaybediş paklar?  Bekledim bütün gece belki mail atar, ulaşır diye. Tökezliyor muyum dedim. Uykumun kaçmasına değecek mi dedim. Bir kere olmaz dedi, şimdi niye durduk yere olsun dedim. Onun hayatının siyahı, senin grilerinle bulanmayacak kadar güzel demek ki dedim. Kendi kendime dedim, sen bunu önceden Zehra’da da yaşadın. Ama. O zaman aynaların minvali bana tokattı, şimdi ne kadar olmaz dediyse de aynalar ona minval. Benim duam ise biliyorsun artık, kitabın dediği gibi: 


“O zaman, kibritimi bir daha yakmadan gerisin geriye şehrin ışıklarına dönerken, felaket anlarında ölümü karşılamanın en mutlu yolunun bu olduğunu düşünerek uzak bir sevgiliye acıyla sesleneceğim: Canım, güzelim, kederlim, felâketler zamanı gelip çattı, gel bana, nerede olursan ol gel, ister sigara dumanıyla dolu bir yazıhanede, ister çamaşır kokan bir evin soğan kokan mutfağında, ister dağınık mavi bir yatak odasında, nerede olursan ol, vakit tamam, gel bana; yaklaşan korkunç felâketi unutmak için perdeleri çekili yarı karanlık bir odanın sessizliğinde bütün gücümüzle birbirimize sarılarak ölümü beklemenin zamanı geldi artık."
Orhan Pamuk, Kara Kitap.


Şimdilik dilimden elime değenler bunlar canım blog. Hayatım değişse de vefasız değilim, seni ihmal etmeyeceğim inşallah, korkma. Sen benim sığınağımsın. Gerçi seni kiminle paylaştığımı bilmiyorum, belki yalnız benim sırrım olarak kalırsın. Dışardaki misafirlere seni kapatırım. Ama hiç kimse de bir bilen, hiç kimse duymasa da bir duyan var, elhamdülillah...


"ölüyoruz, demek ki yaşanılacak…"


Hiçbirimizin Rabbiyle arasında bir aracı yok, hepimizin benliğini bastırıp acziyetiyle Rabbini bulduracak bir Allah ağrısı var. Elhamdülillah. Elhamdülillah. Elhamdülillahi âlâ külli hâl.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder