Salı, Mart 14, 2017

denge.

Bismillahirrahmanirrahim.
"De ki: "Doğu da, Batı da Allah’ındır. Allah, dilediği kimseyi doğru yola iletir. Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta bir ümmet yaptık. Her ne kadar Allah’ın doğru yolu gös- terdiği kimselerden başkasına ağır gelse de biz, yönelmek- te olduğun ciheti ancak; Resûl’e tabi olanlarla, gerisingeriye dönecekleri ayırd edelim diye kıble yaptık. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir."
Bakara Suresi, 141-142. Ayet.


Canım blog, uzattım yine. Araya mektup girdi, kusura bakmayasın. Nasılsın? Ben buhar olup uçuşmaktayım. Ya da yoğuşmakta mıyım? İçim içime sıkışıyor, galiba bunalmaktayım. Bakalım bu psikoloji bu sefer ne öğretecek bana? Bu sefer ne şükredeceğim? “Dünya müslümanın zindanı, kafirin cennetidir.” Müslim, Zühid, 1; Tirmizi, Zühd:16, İbni Mace, Zühd, 3. hadisi şerifinden ilham alıp yola devam ediyorum.

Aslında bu bölümde daha çok alıntılarla gideceğim. Çünkü derdimi en iyi öyle ifade edebilirim. Hala ailemle yaşamaya alışabilmiş değilim. Önceden kendime göre programladığım ve kimseye hesap vermeden yaşadığım bir hayatım vardı. Sabah kaçta çıktığımın ya da akşam kaçta geldiğimin, bütün gün ne yaptığım kimseye bir önem arz etmiyordu. Şimdi öyle değil. Annem de babam da, haklı olarak, olaylara müdahil olmak istiyorlar. Ama buna alışık değilim. Yalnızlığın cezbesi de burada başlıyor. Yaptığım iş itibariyle çok yorulmuyorum, çok şükür. Ancak tüm günü dışarda geçirmiş olmanın verdiği mental yorgunluk ve bu sürekli bir şeyleri izah etme durumundan ötürü, bazen ayaklarım geri geri gidiyor. Bunun böyle olacağını biliyordum ama bile bile lades olmak da hoşuma gitmiyor. “O muğlak ama mevcut zorunluluğun, o mevcut ama muğlak sorumluluğu.”  Şehirde hala kaçabileceğim bir yer yok ve insansızım. 1 ayda 1 kitap bitirebildim. Üzülüyorum. Ama bu duruma da alıştım. İnsan yokluğa da alışıyor. “Bir telaş içinde parçalanmış gibiyim. Ama saati saatine de programlanmışımdır.” İnşallah, önümüzdeki 1,5-2 seneyi böyle bir yitirişle geçireceğim ve sonra akşam eve gelince bir sevgiye sarılışla bütün günün yorgunluğunu dindireceğim. Yani, en azından kendimi böyle avutuyorum. Gaybı bilen Allah’tır.

Evvelki yazıda yeni bir düzene adapte olduğumu ve Allah’ın bu adaptasyonda bana bir şeyler anlatmak istediğini, bunu anlamaya çalıştığımı söylemiştim. Galiba gözüme çarpan bir şey var, bir ayetin gerçekliği. Geçen hafta fabrika, iş yoğunluğunu azalatabilmek için 12 saatlik vardiya düzenine geçti. Yani 7-15/15-12 olan işçilerin 8 saatlik çalışma süresi, 12 saate çıktı. Burada bir şeyi farkettim, bir çatışma durumunu. İşçiler her gün 12 saat yoruluyor, evlerine gidiyor ve ertesi bezmişliklerin üzerine bir kat cila daha çekmek için yine geliyorlardı. Durumun bana yansıyan tarafını Nouman Ali Khan’ın Fatiha suresinin tefsirinden bir alıntıyla izah etmeye çalışacağım:


"Dünya üzerinde 4 çeşit çatışma vardır.
1. Bedenimle ruhum arasında.
Allah’a dönmek isteyen kalbim ve dünyadan bir şeyler arzulayan kalbim. Ruhsal susuzluk ve maddesel susuzluk vardır. Cennetin güzelliğine arzu vardır ve dünyanın güzelliğine arzu vardır.
Onu bulamazsın, ordadır. Ve bu ikisi arasında bir savaş vardır.

2. Erkekle kadın arasında. 
Erkekle kadın birlikte yaşamak zorundadır, ama aynı zamanda birbirinden nefret ederler. Aşk ve nefret ilişkisi var, sürekli bir çatışma. Erkeğin bakarsak hakları nedir kadının hakkı nedir. Kadına bırakırsak, kadın hakları nelerdir? Sonunda erkekleri ezecektir. Erkeklere bırakırsak eğer, sonunda kadını ezecektir. Bu devamlı bir çatışma. 
3. Sermaye ve iş gücü arasında.
Patronla işçi arasındaki çatışma. Patron der ki; "Daha çok çalışmalısın, daha az ücret almalısın." İşçi der ki; "Daha az çalışmalıyım, daha çok ücret almalıyım." Birbirine zıt şeyleri isterler. Patron der ki; "Daha çok vaktini işe, daha az vaktini dışarda harcamalısın."  Çalışan der ki; "İşte daha az vakit harcamlıyım, dışarda daha çok." İşçi haklarının, asgari ücretin, sendikaların olmasının nedeni budur. Dünyada bunlara sahipsin, çünkü sermaye ve işgücü arasında bir çatışma var. 
4. Son çatışma; hükumet ve halk arasında. 
Dünyanın neresinde olursanız olun yönetim daha çok vergi isteyecek, daha çok hakimiyet isteyecek, daha çok kontrol isteyecek. Ve insanlar daha çok özgürlük isteyecek. Eğer bütün kararı yönetime bırakırsak diktatörlüğe dönüşecek. Eğer bütün söz halkın olursa kaosa dönüşecek. Bir denge olmalı. Bu dengeyi bulabilmek, adalet için mücadele etmek dediğimiz şeydir. 

Bütün bu çatışmalar, neyin sizin için olduğuna kim karar verecek?
  
Bu da Fatiha’nın son mucizesi. Günün sonunda herkes empati kurup karşısındakinin yerine düşünecektir. Günün sonunda, birisi ya yönetimin temsili olur ya da insanların bakış açısı. Bütün bakış açılarına sahip olamazsınız, bu mümkün değil. Bu çatışma hiç bitmeyecek gibi. Allah(a.v.c) bize bu sonsuzluğun anahtarını verdi. Bu arada içimiz bazen bedenimiz, bazen ruhumuz kazanır. Maddeci insanlara dönüştüğümüz için ruhlarımız ihtiyacını ezdik. Ve bazın insanlar daha ruhsal insanlar olmamızı istiyor. Ve o kadar ruhsal olduk ki, sonunda doğru bir şekilde beslenmeyi bıraktık, komik giyinmeye başladık, acayip olmaya başladık. Ve sonra bunun ruhsal olduğunu düşündüler. Hayır ruhsal değil, bu sadece tuhaflık. Neyse o. Ruhaniyet ile bu dünyada yaşamak arasında bir denge bulmalısın. Nasıl bulacaksın o dengeyi? Allah(a.v.c) bu surede bir ifade kullanıyor, o işte denge.
  
اِهْدِنَا الصِّراطَ الْمُسْتَقِيمَ (Bizi dosdoğru yola ilet.) Ne çok fazla erkeğin tarafına yönelir, ne de kadının. Ne çok fazla ruha yönelir, ne de bedene. Ne çok fazla sermaye tarafına yönelir, ne de işçi tarafına. Ne çok fazla yönetim tarafına eğilir, ne de insana. Bize orta yolu göster, böylece mutlu bir hayat yaşayabilelim. Onu göster bize. Subhanallah! Çünkü bedenimi ve ruhumu Allah yarattı. İkisiyle de ilgilenir, birinden veya bir diğerinden nefret etmez. Erkek ve kadını o yarattı. Patron ve çalışanı o yarattı. Yöneticileri ve halkı o yarattı. Bu sebeple, hepsiyle ilgilenir. Bize bu dengeyi verebilecek bir tek O’dur. Ve O’nun ilkelerini takip edersek dengeyi buluruz. İnsanların aradığı denge bu. Bulmaya çalıştığımız mücadele bu. Subhanallah!"
Buradan konuyu alıp işçiyle işveren aynıdır, öyleyse toplumsal statüler reddedilmeliler demeyeceğim. Çünkü yukarda ayetin tefsiri yapılırken eşitlik değil, adalet vurgusu yapılıyor. Keza bir hadisi şerifte de Resulullah(asm) şöyle buyuruyor: “Zayıflarının hakkı kuvvetlilerden alınmayan bir millet nasıl temizlenebilir?” İbn Mâce, Sadakat. Bu hadisten hareketle, toplumda işçiler, proleteryalar ve aristokratlar olmak üzere sınıflar olabilir ve olmalıdır da. Kimse aynı kuvvette, aynı boyutta, aynı çapta, aynı algı düzeyinde, aynı şuurda olacaktır diye bir kaide yok. Yani Marksizmi kökünden yanlışlayan bir tez bu. Ama zayıfların hakkının kuvvetliden alınacağı bir işleyiş öne sürülüyor. Öyleyse müslüman bir toplumda bu, zayıflara bir hakkı iade ettiğiniz zaman, bu onlara sunulmuş bir sus payı ya da teselli imkanı, ya da onların vaktini daha fazla kendine yontmak için bir aldatılmaları demek, sırtlarını sıvazlamak gibi bir şey değil. Bu doğrudan doğruya milletin kendini temizleme yöntemi olarak işleyen bir iş. (Canım İsmet Özel.) Aslında bir millet temizlenme düşüncesi içindeyse, sürekli olarak zayıflarının hakkının kuvvetlilerden alındığı bir organizmayı canlı tutan millet özelliğindedir. Yani eşitlik olgusuyla yetişmiş bir toplum, aslında çareyi aramak yoluna değil de yaralarını dağlamak yoluna girmiş demektir. Fıtratı itibariyle kimse kimseyle bir tutulamayacaksa, örneğin bilek gücü gerektiren işlerde erkeklerin kadınlardan üstün, çoklu zeka gerektiren işlerde kadınların erkeklerden üstün olması gibi, kuvvetli insan ile de zayıf insan bir tutulamayacak ve kuvvetlilerden zayıflarının hakkının alınması milletin yönünü, veçhesini, düsturunu tayin edecek demektir. Ne zaman ki bir toplumda kuvvet kazanmış olanlar bu kuvvetlerinin, salih insanlara ait kuvvetler olduğunu kabul edecekler, onlar kirli bir toplumda yaşamanın aynı zamanda kendi kuvvetlerinin de temelsiz bırakılacağını bilecekler, o zaman bu hadisin sorduğu soru nihayetine ulaşmış olacak. Yine ayeti kerimede şöyle buyuruluyor: "Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.” Nisa Suresi, 58. Ayet. Yani işi ehline verin. Öyleyse işin ehli olan kimseler de gereğini layıkıyla yerine getirecek ve üzerlerinde hüküm sahibi olduğu kimselere karşı adaletle davranacak.
Daha anlatacaklarım var lakin yeterince uzattım. Bu seferlik bu kadar olsun.
Allah hepimizi adaletle hüküm veren ve mahşer gününe kul hakkıyla haşrolunmayan kullarından eylesin. Amin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder