Cuma, Ekim 28, 2016

gelecekken bir gün.**

Bismillahirrahmanirrahim. 
“Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hüküm verdiği zaman sadece ol der; o da oluverir."
Ali İmran, 47.

Z*: evvel.            A*: ertesi.
Kış gelişine yakın, soba kurmanın ertesi, kardan evvel.
Yatsı ezanına bir saat var, gökyüzünün zifirisine ramak kala.
Salondaki L koltukta, o sırtını yanıma yaslamış, oturuyoruz.
Nefes alışını duyuyorum, harıl harıl kitabını okuyor. Ben yorgunum, uyukluyorum.
Görmüyor ama kaytardığımı anlıyor. Duymuyor ama hissediyor, çünkü anlaşmak için kelimelere ihtiyaç duymuyoruz. Dürtüklüyor, yükseltiyor sesini. Bak, seni okuyorum, diyor: 
“Sesinde kurulmuş salıncaklar var. Boş salıncaklar. Tahtadan. Sesinde kırlangıçlar. Dallarında durgun, uçmayan. Sesinde derelerin denizlere karıştığı yerler var. Sesinde incirin olgunlaşıp dalından düştüğü an var. Sesinde kurutulmuş patlıcanlar. Acısı çıkmış, doldurdukça dolmayan. Sesinde kanmış bir balığın bir oltaya takıldığı pişmanlık var. Sesinde uzanan eller. Vaktini hep kaçırmış, hep sonradan. Sesinde üze…"
Ama! Elektrikler kesiliyor! Ruhum pırıl pırıl aydınlanırken dünya karanlığa gömülüyor!
Zaten dipdibeyiz, iyice sokuluyor. Allah, o, ben. Üçümüz birlikteyiz, sözsüz sessiz anlaşma devam ediyor. Ben onu anlıyorum, o da beni. Allah da bizi.
Bi ara mum yakalım, diyorum, okuduğu bölümü bitirsin istiyorum. Sesi ruhumdaki kedinin başını okşuyor.
Mutfağa bakıyorum, mum yok. Eyvah, diyorum. Telefon olmaz, diyor, hissedemeyiz o zaman. 
Ayaktayım. Gel, diyorum, paltosunu tutuyorum giysin diye. Örtüsünü bağlıyor alelacele, kapşonunu geçiriyor kafasına, omzuna da kapkara şal. Gecenin karanlığına karışabilelim diye.
Kitabı cebime atıyorum.
Şehir katran karası. Bazı pencerelerden yapay ışıklar seçiliyor. Şükür ki gözünü almıyor bakanın. Sokak lambaları yıldızların parıltısını bastıramıyor. Etrafta kimse yok. Şehir katran karası. 
Ne için çıktığımızı unutup şehirler boyu yürüyoruz bütün gece. Katran karası gece. Gözümüz belli yerleri seçer gibi oluyor. Ay bir çöp kutusunda parıldıyor, görüyor, gözünü kısıp bakıyor, aklına bir hinlik geliyor, iki adım önüme geçiyor, bak diyor, orda, tenekeyi gösteriyor. Hadi yarış, başla!
Ben gafil avlanıyorum, kovalamaya başlıyorum, yarış kovalamaya dönüyor, yetişecek gibi oluyorum, tökezliyorum, koşuyorum, yetişemiyorum. İki elini hava kaldırıp zıplıyor, yendim! ben yendim! diye bağırıyor. Kediler kaçışıyor etrafa. Ama bak ben en güzel sana yenilirim diyorum, nefesim böğrüme yapışırken.
Mum bulmayı unutuyoruz. Mum aramayı unutuyoruz. Mum ne demek unutuyoruz. Oturuyoruz bir köşeye, terimiz dinsin diye. Kitabı versene, diyor. Karanlık ama, diyorum. Olsun, diyor. Ama, diyorum. Yaa, diyor. Kabulleniyorum. Rastgele bir sayfa açıyormuş gibi yapıyor.
"Sesinde üzerime sinen duman kokusu, yanan bir şeyler, söndürülemeyen orman yangınları var. Sesinde kafesinin kapısını açık gören bir kuşun şaşkınlığı. Yine de kaçmayan. Sesinde yeni toplanmış biberiyeler, defne ağaçları, çınar yaprakları var. Sesinde sokakta ip atlayan çocuklar. Sesinde bir elekten dökülen unlar. Sesi geri gelmeyeceğini bi…” 
Sen diyor, bak, sensin, senin sesin. Ben, diyor, bütün gün senin sesinle bunu okuyorum. Ezberimde, harf harf hece hece. Yokken bile, diyor, varlığını bilmenin avuntusu, koca bir salıncak bana dünya, diyor. Senden gidip sana dönen sarkaç.
Gülüyorum.
Başladın işte bitirsene, diyorum. Olsun, diyor, bitmesin senin sesin. Benim, diyorum, sesimde acı var. Çok acıdı benim sesim. Boğazımda kurumlar, tortular, yosunlar var, çok acıdı benim sesim. Ya duymadılar, ya susturdular. İçime içime konuştu hep sesim.
Susuyor.
Çok mu acıdı sesin, diyor, merhametle diyor, şefkatle diyor, anne gibi söylüyor tıpkı. Z*’den başladı benim acım diyorum. Z*’den A*’ya kadar acıdı, 29 harf kere acıdı benim sesim. Keşke Z*'de kalsaydı, gezmeseydi alfabeyi diyor. Ben yazmadım ki, A* kendisi yazdı Z*’nin yanına adını diyorum, hiç de sevmezdi Z*’yi.
Yutkunuyor.
Kolumun altına giriyor. Başını göğsüme koyuyor. Titriyor ince ince, hava değil de vakıa üşütüyor onu. Ama o kurumları da, tortuları da, yosunları da kendi sesiyle söküp atabileceğini çok iyi biliyor. Susuyor bir müddet, şarkısına hazırlanan assolist gibi. Aniden:
“bey aashiana gashtam, khana be khana gashta / bey tu hamisha baa gham shana ba shana gashtam
ishqe yagaanae man, az tu nishaanae man / bey tu namak nadarad sha’ro taraanae man
sarzamine man, khasta khasta az jafaayee / sarzamine man be soroodo bey sadaaye
sarzamine man dard mande be dawaayee / sarzamine man…”*
Sen, diyorum, sesin. Allah’ın, bak, senin çektiğin acıların mükâfatı, dünyadayken cennetin yankısını duymak, demek istemesi diyorum. Elhamdülillah, diyorum. Elhamdülillah, diyorum. Elhamdülillah, diyorum.
Gece büyüyor. Gece üşüyor. Gece kapkaranlık.
Göğsümde bir şey, parıl parıl parlıyor.
Elhamdülillah, diyorum.
Allah’ım, âmin.
 * Darya Dadvar - Sarzamine Man
https://www.youtube.com/watch?v=hmAPzVGJuPE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder