Perşembe, Şubat 25, 2016

yine yeni yeniden.

Bismillahirrahmanirrahim.


"Allah insanı, pişmiş bir çamura benzeyen bir balçıktan yarattı.
Cinleri de hâlis ateşten yarattı.
Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
(O) iki doğunun ve iki batının Rabbidir.
Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
(Acı ve tatlı) iki denizi salıverdi birbirine kavuşuyorlar.
Fakat aralarında bir engel vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar.
Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
İkisinden de inci ve mercan çıkar.
Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
Denizde koca dağlar gibi yükselen gemiler de onundur.
Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
Yer üzerinde bulunan her şey fânidir.
Yalnız celâl ve ikram sahibi Rabbinin yüzü (zâtı) baki kalacaktır.

Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?"
Rahman, 14-28. Ayet.


Bu sefer kısa kesicem, uykum var. Yazmam lazım yazasım yok, neden. Bi şey anlatacağım benden içre, kime. Allah biliyor, elhamdülillah.

Her seferinde hikayenin başa sardığını düşünüyoruz. Şahsen ben düşünüyorum. Hep aynı düzen tekrar ediyor. Dönüp dolaşıp bulduğumuz yine bir Allah ağrısı. Acaba yine mi yoksa yeni bir Allah ağrısı mı?

Ne zaman bir sorgulamanın peşine düşsem, Kuran'ı Kerim'den kopya çekerim. Günahı yok, bakması serbest. Eğer beni makine düzeninde yaratan bir Zât-ı Zülcelâl varsa, benim kullanma kılavuzumu da göndermiş olmalı, ki işlevselliğimi yitirdiğimde meydana gelen hasarın sebebini tespit edebileyim. (Bunlar hep mühendis ağzıdır.)

Bu sefer başa sardığımı hissettim. Ama çok defa. Yani başıma gelenlere şikayet etmedim ama her seferinde aynı yere geldiğimi zannettim. Ne yani, yaşadığım şeyler yaşanmamış mı sayılmalıydı şimdi? Mario gibi ölüp ölüp her seferinde bölümün başından mı başlıyorduk?

Ne zaman böyle bir beise kapılsam, aklıma Rahman suresi gelir. Çünkü, bizi yaratan Allah, bahsettiğim senaryonun çok güzel bir örneğini orada verir. "Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?" ayeti sure boyunca otuz bir kez tekrar eder. Yani dışardan bakınca bizim içinde bulunduğunu düşündüğümüz kurmacamıza benzer. Buradan anlamla her ayetin aynı manada kullanıldığını ve otuz bir kez tekrarın gereksiz olduğu sonucuna varabiliriz, ki bu da ahmaklığımıza bir vurgudan daha ileriye gitmez. Peki Allah bize ne anlatmaya çalışıyor? Bunun izahati Mesnevi-i Nuriye'nin On Dördüncü Reşhası'nda uzun uzun var, ben sadece bana küçük bir şule olan anlamıyla ilgilenicem.

Atladığımız en mühim yer şurda ki, tekrar eden ayetlerin arasındaki ayetler hep değişiyor. Yani "Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?" seferinde farklı bir manaya geliyor. Bunun izahati için debelenmeyip, çok güzel bir yerden alıntı yapacağım. 

"Sevgili Dost,
Rejisör bir filmde rol almak isteyen genç kıza; “Eğer iki kelimeyi istediğim gibi söyliyebilirsen, sana rol verebilirim” demiş, genç kız da; “Tabi söylerim. Nedir bu iki kelime?” diye sormuştu. Rejisör: “Sadece üç kere bana ; ‘Gel buraya!’ diyeceksin. ” demiş, genç kız, bundan daha kolay ne var, diye düşünürken, rejisör konuşmaya devam etmişti.
“Birincisinde sevgilinle bir münakaşadan sonra ona artık ayrılman gerektiğini söylüyorsun o başı eğik kapıya doğru giderken, ceketinin cebinde tabanca olduğunu farkediyorsun. Hayatına son vereceğini seziyor, birdenbire onun senin için her şey olduğunu anlıyor ve büyük bir pişmanlikla:
- ‘Gel buraya!’ diyorsun.
“İkinci olarak, kendini küçük bir çoçuğun annesi yerine koyacaksın. Çoçuk dört yaşındadır. Sen ona bayramlık elbislerini giydirmiş, balkonda oturmasını, hiçbir yere gitmemesini sıkı sıkıya tembih etmişsin. Sana itaat etmiyor ve sokağa fırlıyor. Tam o sırada köşede bir kamyon belirliyor ve çoçuk bir anda yere düşüp çamurlara bulanıyor. Allahtan ezilmiyor. Sen dehşet içindesin. Bir yandan Allah’a şükrederken, diğer yandan sana itaat etmediği için çoçuğa son derece kızgınsın. İşte bu duygularla ona:
- ‘Gel buraya!’ diyorsun
” Son olarak da, bir tacirin karısısın. Kocan iflas etmiş. Evin dışında alacaklılar kocanı linç etmek için bekliyor. Fakat kocan, onuruna dokunan bu durum karşısında kalbine sıktığı bir kurşunla can veriyor. Sen de sokak kapısını açıp, dışarıdaki kalabalığı elebaşısına:
- ‘Gel buraya’ diyorsun
Sevgili Dost,
Kızın bu sözler üzerine filmde rol almak istemekten vazgeçip geçmediğini bilemiyoruz. Bildiğimiz, sesin tonunun kelimelere hayat verdiği ya da öldürdüğür."
Ali Ural, Posta Kutusundaki Mızıka

Bizim için de durum böyle. Hep aynı düzeni yaşıyor, hep aynı sözleri söylüyor sanıyoruz ancak iki kelime arasındaki cümlelerle iki durum arasındaki hisler ebeden ve daimen değişiyor. Yani elimizde tutamıyor değil, elimizde biriktiriyoruz. Dün hissettiğimizle bugün hissettiğimiz aynı olsa bile, iki sonuca bizi götürenler, apayrı şeyler. Aslında tekdüzelik, fıtrata aykırı. 

Yaratan bizi aşkla yarattığından, sevmeye bu kadar itimadımız ve iltimasımız. Ne kadar canımız acısa kovalıyoruz, kovalayacağız. Ruhumuzdan hep. Sonunun olacağını, sürekli kalmayacağını, tükeneceğini bile bile sevmemiz hep bundan. Bu kör dövüşü, değirmenlerle savaş sürüp gidecek. Allah'a şükredecek ne kadar sebep bulursak o kadar kazanacağız ya da kaybedeceğiz. Yanmak bâki, ya Allah için tutuşacağız ya da Allah'dan ayrı kalıp kavrulacağız. 

Allah hepimize Allah ağrısıyla acıdığını bilen yârenler nasip etsin. 
Amin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder