Çarşamba, Nisan 12, 2017

kayıp.

Bismillahirrahmanirrahim.

"İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’a kıyıdan kenardan kulluk eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa, gönlü onunla hoş olur. Şâyet başına bir kötülük gelirse, gerisingeri (küfre) dönüverir. O dünyayı da kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir."

Hacc Suresi, 11. Ayet.



"Godot'yu Beklerken"i okuyordum. Godot kim biliyor musun blog? Hiç gelmeyecek olan. Hep ertelediğin. Şu olunca yapacağım, bunu atlatınca şöyle olacak, öyle olursa yapamam, zaman geçsin hallolur, dediğin. Yani yaklaşmakta olan yaklaşırken geciktirdiğin, şarta bağladığın, ertelediğin amelin. Kıymetini bilmediğin, Rabb'e meyletmediğin sıhhatin. Farkediyorum ki, hep bir şeyi bekliyorum, her şartta. Her şey için. Ve olmuyor da. 

Evvelden sorularım vardı, cevapları arıyordum. Bir gâilem, mefkûrem vardı. Şimdi yok. Dalgalanmış da durulmuşum. Denize düşmüş de dibe vurmuşum. Koskoca şehirle bir yalnızlığı paylaşıyorum. Bir varoluşun peşinde hareket edeceğime bir varoluşun içinde debeleniyorum. Geldiğimle gittiğim arasındaki mesafe aynı, bir yere varmıyor. Eskiden niyetlerim vardı, planlarım vardı, cedelleşiyordum. Şimdi uğraşılarımın nedenini bilmiyorum. Başa sarmışım. Kıymetli olduğumu bilirdim, hissederdim en azından. Şimdi kimse yok. Yalnızlığımın kapladığı yer kadarım. Bir başıma dımdızlak kalakalmışım. Hayatı güzel gösteren pencerelerim yok. Dünyayı güzelleştirmek için diye kendimi kandırıp duruyorum. Kim görüyor yaptığımı? Dünya benim işime yaramıyor da, ben sanki onun işine yarıyor muyum? Sadece kendime yalancıyım. En çok da bunca çaba, bunca emek ziyan olacak, hebâ edeceğim diye korkuyorum. Aslında ediyorum da... Bunalıma girmişim. Bunun bile farkında değilim. 

Yaşamak ağrısı. Eskiden küçücük umuttan kocaman heyecanlar çıkarırdım, peşinden koşardım. Bir yaprağın hışırtısından ağacın zikrini duyardım, bir çiçeğin açışından Rabb'in kerametini görürdüm. Şimdiyse alışmak ölümündeyim. Sühûletten ülfete geçmişim.

Öğrenciyken günüm kötü geçse, gecemi kendimi dost yapardım. Kendimi eylemesini bilirdim çünkü. Oturur sabaha kadar kitaplara sarardım, film izler ağlardım. O zamanda bir başımaydım ama sorumluluklarım beni esir etmiyordu. Kendimi biriktiriyordum. Geleceğini umduğum bir güne saklıyordum. Şimdi kendime kalabiliyorum, ne de kendimle kalabiliyorum. Gün içerisinde bir şey kötü gitti mi, bütün gece onunla uğraşıyorum kendi kendime. Duyarsız olamıyorum. Bir dikenin batışından bir tarla ekin yanmış gibi mutsuz oluyorum. Önceden gece olup başımı yastığa koyduğumda, karanlık üzerime hüzünden bir tül perde çekerdi. Şimdi ise kurumla dolu bir tortu çöküyor. Yaptığım iş yormuyor, akşam olup eve döndüğümde hasretle beni sarmayı bekleyen bir kucağın olmayışı atalete sürüyor beni. Benim hasletim bu değil.  Of. İçim sıkıldı yazarken. Gidiyorum. Şifamı yazdığım ayetin devamında bulacağımı da biliyorum. İrade gösterebilecek miyim, bilmiyorum.

Allah ağrım beni dünyadan bıktırıyor.


1 yorum:

  1. Okudum, döndüm tekrar okudum. Sonra içimde sızıyla bir daha okudum. Aylardır içimin bana anlattığını yazıya dökülmüş halini bulmak hem içli hem buğulu.. insan yarasına benzeyeni severmiş ya hani,demek ki yarasının kelimelere dökülmüş halini de bir başka severmiş..

    YanıtlaSil