Pazar, Mart 27, 2016

kanser.

Bismillahirrahmanirrahim.


“Sen’den başka ilâh yoktur. Sen, her türlü kusurdan, eksiklikten, eşi-ortağı bulunmaktan mutlak münezzehsin. Ben, gerçekten kendine yazık edenlerden oldum!” 

Enbiya, 87.

Aslında seni yazmayacaktım bir daha ama travma, ne yaparsın işte.

Adının içinde z harfi geçen kimselere kıramayacağım bir ön yargım var. Uslu uslu otururken iğne batırılmış gibi, çöpü atmaya giderken poşedin delik olduğunu farketmişim gibi, eve girerken aslında kapıyı çekmediğimi anlamışım gibi, karşıdan karşıya bi adım önce atsam arabanın altında kalacakmışım gibi, bütün gün fotoğraf çekmişim de makineye hafıza kartını takmamışım gibi irkiliyorum. Yargıyı kırmak elimden gelir belki ama içimden gelmiyor.

 

“biz bi dolu şey yaşadık

onlarda orda yaşadılar

bir dağın çarpıklığını

sevinç sanarak."

Turgut Uyar

 

Olanı biteni, sonunu başını, yazını kışını, içini dışını, saçını başını konuşmaya gerek yok. Oldu bitti. Sermayemiz masumiyetti, pişmanlıksa hasadımız. Acı çekmek de neyse ama tadını hatırlamak burkuyor insanı. Paslı çivi gibi içinde batıyor. Sonuçta insan acıyı da sever. Hatta tercih eder. Ben mesela, acılı turşu suyuna bayılırım. Ama. Bak bi kavanoz reçel getir aklına, çilek reçeli olsun. Bi süre kapağını açmak için debelendik. Açtık. Başı çok güzeldi. Tadı çok güzeldi. Hatta yavaş yavaş depdelerine geldik. Eşik aştık, emek verdik. O kavanozun dibine doğru birlikte gitmek, çok güzeldi. Ama sonuna doğru çürükleşmeye başladı. Tatlı diye yediğimizin tadı iğreti gelmeye başladı. Şimdi, o kavanozun tadından çürük tadı geliyor hissimize. Bi koca kavanoz reçelin tadını, dipdeki bi çürük hisse zehir ediyor. 

 

Biliyor musun, yaşlanıyorum. Yüzüm göçüyor, senin yüzünden.

Hep ruhen değil. İnsanlar 22 yaşımı dolduruyor olduğuma inanmıyor. Daha çok gösteriyorsun diyorlar. Üzülüyorum. Krem sürüyorum yüzüme, kırışıklarım kapansın diye. Havuza gidiyorum her hafta, herkesten çok kulaç atıyorum. Maç yapıyorum, herkesten çok koşuyorum. Sırf senin darbelerinin gözükmemesi için.

 

Sevmeye de korkuyorum. Bi yanım salsan kendi başına uçup gidecek. Bi yanımın bi ayağı çukurda. O çürük tat geliyor hep her kavanozun başında. Aşmak için ne yapmak gerekecek, bilmiyorum. Kendimi nasıl inandıracağımı irade etmem gerekiyor. Allah’a mahcup oldum seninleyken, onun acısı çıkıyor hep. Şükür ki, yine O’ndan başka tutunacak dal, tutacak yol, tutmaya kâbil bir el yok. Bir tek O’na aczini ve mahcubiyetini bildirmek iyi ediyor. Uçup giden yanımla dibe çakılmış yanımı, O’nun yazdığına sabretmenin verdiği güven muvâzenede tutmamı sağlıyor. Allah şükürler olsun ki, şükürler olsun Allah’a. Kim kazandı bilmiyorum. Ben kaybetmedim.

 

Canımı en çok ne yakıyor, biliyor musun. Ben seni kötülememek için bunca şeyi, tek başıma içimde özütmeye çalışırken, insanlar bizi güzel hatırlasın diye güzel anılardan bahsederken, iğrenç çürük tadını ballandırıp da anlatıp tebessümle anılalım isterken, senin hiçbir şey söylemiyor olman. Hiçkimseye. Bu kadar mı yaşanmamış bir mazi gibiyiz? Bu kadar mı pişman oldun olana? Bu kadar umursanmazım senin için? Ardımdan söylenecek iki çift kötü sözünde mi yok? 

 

“ne aradı ne sordu / vefasız uyuttu beni

buralarda zaman durdu / dönmedi unuttu beni."

 

Şükür, Allah kanserini Allah ağrısına iyileştirmek nasip oldu. O ağrıları da dindirecek insanı tanımak nasip oldu. Artık ne ifrat, ne tefrit, beyne’l havf ve’r-recâ’dayım. Allah, bildiklerimle kendi ağrılarını dindirmeyi becerebilen, becerebildikleriyle de acı çekenlere yardım edebilenler olmayı nasip etsin.

Hepimizin kansere tutuşmaya meyyal bir Allah ağrısı var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder