Pazartesi, Ocak 18, 2016

sarkaç.

Bismillahirrahmanirrahim.

"(İnananlara) de ki: Duanız olmasa Rabbim size ne diye kıymet versin?"
Furkan, 77.

Hamd olsun, finallerimi bitirdim de geldim. Lakin çok didindim, çok yıprandım. Her sınava "Allah'ım geççek kadar alsam yeter." diyerek girdim. Her sınavdan da geçecek kadar aldım. Bi nevi çanı ben belirledim. :) Bir dersten bütünlemeye kaldım ama o kadar elzem bir ders değil, Allah'ın yardımıyla onun da üstesinden gelirim.


Aslında daha yüksek not almak varken, çevremdekiler de bunu hedeflerken, benim CC'lerle yetinmem absürd gözükebilir. Ama benim için öyle değil. Şöyle ki, bu dünya ücret alma yeri değil, yetinme yeri. Bunu ders özelinde söylemiyorum. İnsanın tabiyki beklentileri olmalı ancak bu beklentilerden ötürü hırsa kapılmamalı. Ne ifrat ne tefrit, aradaki dengeyi kaçırmamalı. Yani, insanın dünyadan beklentisi ne kadar çok olursa, kırgınlığı da o oranda artıyor. Demiyorum ki tembellik edip yattım ve bu kadar not hakettim. Hayır, daha fazlasını almak için çalıştım, çabaladım. Bu kadarı nasip oldu, şükrediyorum. Çünkü asıl mükafaat ahiret yurdunda. Ki, şimdiki çalışmalarım benim tefekkürüme yeni açılar katmayacaksa, geçecek kadar da çalışmayayım daha iyi.

Ufak bi dönem analizi yapmak istiyorum. 
Altta kalan derslerim münasebetiyle bu dönem birbirinden ağır bir çok dersle cebelleştim. Toplam 10 tane vizeye, 8 tane de finale girdim. Uzaktan bakınca çok yoğun gibi görünüyor ama pek de öyle değil. Şükürler olsun ki artık zamanı yönetmeyi iyi beceriyorum. İkizler burcu olmam münasebetiyle elimdekinden çabuk bıkan bi yapım var. Bende elimdeki işleri parsel parsel ayırıp, elimdeki işlere canım istediği zamanlarda odaklanıyorum. Bu hem üzerimdeki baskıyı hafifletmeme yarıyor, hem de sadece ders çalışma sıkıcılığından kurtarıyor. Mesela bu kadar sınavın arasında 11 kitap bitirdim. Dergilerimi okudum. Bloga yazılar bile yazdım. :)

Dönemin sonuna doğru bi hocamın aracılığıyla yarıyıl tatilinde Tübitak'ta staj yapma imkanı doğdu. Nasipde varmış, Allah lutfetti. Şimdi ilk haftanın sonundayım. Çok şükür, Malzeme Mühendisi olarak Türkiye'de staj yapabileceğim en iyi yerde stajımı tamamlıyorum.
Kısaca Tübitak'taki bir haftalık tecrübelerimden bahsetmek istiyorum. 
Malzeme Enstitüsü'nde eğitim görüyorum. Mühendisler, teknikerler.. herkes yardımcı oluyor. Kimse bilgisini esirgemiyor. Bu sayede açıklarımı görme ve erkenden bunların üzerine eğilme fırsatı bulmuş oluyorum. Okulda öğrendiğim her şeyin iş hayatında bir karşılığının olmayacağını biliyordum. Şimdi iş hayatımda karşıma çıkacak şeyler için gediklerimi kapatma fırsatı yakalamış oldum, çok şükür.

Geleyim sarkaç meselesine.

Yazının başında notlarımdan söz açmış ve yetinmekten bahsetmiştim. 
Aslında bu yazı 2-3 hafta öncesinin meselesiydi ancak yazmak şimdiye kısmetmiş. 
Yatsı namazını kılmaya gideceğim bir gece arkadaşıma, namaza gidiyorum, Allah'a söylememi istediğin bir şey var mı, diye sormuştum. O da bana, yok, dedi. Yok!? Nasıl yani yok!?!?!! Afalladım. Bir insanın Allah'tan nasıl bir isteği olmazdı?

İnsan olmamız hasebiyle, iki ayrı dünyamız var. Biri insanların gördüğü, bizim de dış dünyayı algılamamıza yarayan duyu dünyamız. Öbürü de dış dünyayı özümsememize yarayan duygu dünyamız. Yani hiçbirimizin aynı yere bakınca gördüğü, aynı şeyi duyunca anladığı, aynı yere dokununca hissettiği bir değil. İşte hepimizin içinde bir sarkaç var ve iki dünya arasındaki gelgitleri bu sayede sağlıyoruz. Şimdi derdimi daha izah edebilmek için burada bir alıntı yapacağım:

"Kim olduğumuz sorusuna cevap ararken, aklımız hep, kim olacağımız sorusuyla karışıyor. Ki olacağımızı düşündüğümüzde ise kim olmak istediğimiz sorusu peşimizi koyvermiyor. Gerçekte, kim olduğumuzu öğrenme süreci içinde bile kimliğimiz yeniden oluşuyor. Sanki Werner Heisenberg'in belirsizlik ilkesine tabi olmuş gibiyiz. Nerede olduğumuzu öğrenmeye çalışırken nereye gittiğimizin bilgisi elimizden kaçıyor, eğer nereye gittiğimizi bilme gayretine kendimizi kaptırırsak nerede olduğumuzu unutma tehlikesine uğruyoruz. Ama bütün bu belirsizlik içinde karartılamayacak, önemi azaltılamayacak, vazgeçilemeyecek bir kalkış noktamız var: Bizler, hepimiz birer ürünüz. Hepimiz husule geldik, hepimiz oğullar ve kızlarız."
İsmet Özel, Waldo Sen Neden Burada Değilsin. Sf, 103.

İşte bizim insan olarak içinde yaşadığımız ve içimizde yaşattığımız bu iki dünya arasını, bize dua olarak bahşedilen bu sarkaçla idame ettiriyoruz. Yani gördüğümüz ve olmasını istediğimiz bir dünya var. Bir de hissettiğimiz ve olduğumuz bir dünya var. Bu ikisi arasındaki geçişleri duamız sayesinde sağlıyoruz. Sınavlara çalışırız, yüksek not almak idealimizdir. Bu hedef dünyamız. Ancak sadece çalışmakla olmuyor, bir de bunu lisan-ı kavl ile Allah'tan istemek gerekiyor. Çalışmayı böylece özümsüyoruz ve yüksek not alamasak bile nasip bu kadar deyip bir sonraki vazifeye geçiyoruz. Hayat bizi her daim kolay ya da zor sınavların içine sürüklüyor. Bu hengamede eğer Allah'tan bir kıymet görmek istiyorsak, hedeflediğimiz dünya ile bünyemizdeki dünya arasındaki sarkacı hareket ettirmesi için Allah'tan ihsan ve inayet talep etmemiz gerekiyor. Aksi halde, verilen işimize yarasa bile, bizi doyurmaya yetmiyor.

"inmem gerek gözbebeklerimin altına 
beynimin ortasına büzülmeliyim 
genşeyip kımıldayabilirim oradan sonra 
dum di dum 
duridum dubida 
kendi kalbimle zamanım arasındaki sarkaç 
püskürtüyor beni dünyaya"
İsmet Özel, Jazz

Allah hepimize dünyalık verdiği meşgalelerden ahireti için heybemize hisse kattıracak görüş ve izan nasip etsin. Her işte muhakkak bir cihetiyle Allah'ın vahdetine, bir cihetiyle ahiretin varlığına, bir cihetiyle de insanın varlığını sorgulamaya delil var. Çünkü herkesin yükü kendisine ağır ve Allah hiçbir işi bize boşuna zimmetlemiş olamaz.

Hepimizin Allah ağrısı var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder