Cumartesi, Aralık 26, 2015

Final week.

Bismillahirrahmanirrahim.

"O halde boş kaldığında yine kalk yorul ve ancak Rabbinden ümit et, 
hep O'na doğrul." 
İnşirah, 7-8.

Bir dönemi daha bitirme arefesindeyim. Haftaya 8 tane finalim var ve bu haftam onlara çalışmakla geçti, böylelikle yukarıdaki ayetin mahiyetini ve muhteviyatını idrak etmek nasip oldu. Elhamdülillah.


İnşirah kelimesi, lügattaki karşılığıyla "ferahlamak, mesrur olmak" anlamına geliyor. Yani en
somut haliyle kelimenin günlük hayatımızdaki yeri nefeslenmek, soluk almak denilebilir. Bazen üzerimizdeki sorumluluklar arttığında, artık taşıyamayacakmış gibi olduğumuzda, madden değil belki ama manevi yönden belimiz kırılacağını sandığımızda, aslında isteğimiz aslında tam da bu ferahlıktır. Surenin 3. ayetinde de Efendimiz(s.a.v)'in tam da böyle bir hali tasvir ediliyor. "O öyle bir yüktü ki, sırtını bükmüştü." Daha sonra "Her zorlukla birlikte bir kolaylık vardır." deniliyor ve bunun farz hükmünde olduğu, Allah tarafından güvence altına alınıyor. Ancak bunun metoduysa 7. ve 8. ayetlerde açıklanıyor. 

Bu haftanın yoğunluğu neden bu ayeti idrak etmeme sebep oldu? Çünkü kafamı kaşıyacak vaktim yok. Final haftası haricinde de vaktini boşa geçiren biri değilim fakat üzerimde baskı olmadığından vakit aralıklarımı daha geniş ve nispeten daha gevşek tutabiliyorum. 

Bu yazıyı yazmama sebep olan şey, Allah'ın bize zorlukla kolaylığın bir arada olduğunu anlamız için verdiği şifre. Yani insan boş kalmayıp vaktini hep doldurmaya çalıştığında ve bunu yaparken rotasını Rabbine yönelmeye odakladığında, aslında zorlukla kolaylığı içiçe yaşıyor. Bir nevi ateşle suyun bir arada olması gibi. Peki, durumun böyle olması bize ne ifade ediyor? Öyle ki, bir kader programı dahilinde yaşıyoruz ve cüz-i irademizle yaptıklarımız da bu kader programının önce belirlenmiş bir parçası. Her yaptığımızdan Rabbimize yönelecek bir sebep çıkarmakda, o kaderin yazılma amacı. Yani insanın cüz-i iradesi o amaca uygun hareket etmek üzerine kurulu. Bunu ise her daim bir işle meşgul olmakla ve zorluğa denk geldiğinden arkasından gönderilecek kolaylığı aramakla başarabiliyor.

Peki, hiç mi tembellik etmeye hakkımız yok? Pek tabii var. İnsanın içinde çalışkanın azmi olduğu kadar hevesi kursakta bıraktıran bir tembel de var. Sözün burasında Muhyiddin İbn Arabi'den bir alıntıyla devam edeceğim;


“…sonra duman halindeki göğe yöneldi…” Fussilet, 11.  Bütün unsurlar (bütün güçler, kuvvetler, dünyamız ve içindekiler, yedi gökler/uzaydaki her şey) işte bu dumandan oluşmuştur.

Ve her gökte oluşan melekler de bu dumandan oluşmuştur. İşte bu melekler tabiatla ilgili kuvvetlerdir. Bu nedenle Yüce Allah onları birbirine zıt/karşıt karakterde yarattı. (Biri negatif ise, diğeri pozitiftir, biri çeker, diğeri iter, bir ısıtır, diğeri soğutur; biri hızlandırır, diğeri yavaşlatır.) Bu zıtlıklar, İlâhi isimlerde de vardır. (Mukbi/ağlatan. Mudhik’güldüren, Muhyî/dirilten, Mumît/öldüren isimlerinde olduğu gibi.) Bütün bu zıtlıklar Rahmânî Nefesten kaynaklanan özelliklerdir. Ancak Allah’ın, Zât, yani sadece Allah konumunda ne âlemlere ne de isimlerine ihtiyacı vardır.

Şu halde alem, kendisini yaratanın özellikleriyle ortay çıkmıştır ve yaratılanlar Rahmanî Nefes’ten başka şeyler değildir.

Bu ilâhî nefes, içerdiği sıcaklık nedeniyle yükselir (havayı ve gazları/atmosferi oluşturur). İçerdiği soğukluğu ve nemi nedeniyle aşağı iner (yoğunlaşır, canlı ve sıvı maddeleri oluşturur ve dünyada, hararetin etkisi ile nem/rutûbet meydana gelmeseydi su ve organic canlı yaratıklar oluşmazdı) ve kuruluğu sebebiyle de sabit hale gelir (katı madde; taş, toprak, maden gibi hareketsiz kalır); hareketsiz olan şey ise (sıcak-soğuk ve kuruluk-ıslaklık nedeniyle aşınır) tortu üretir. Şişedeki idrarın tortu bırakması gibi.

İlâhî nefes, bu şekilde alemi yarattıktan sonra Allah, insan denilen yaratığın çamurunu iki eli ile yoğurdu. Ona “insan” ismini Verdi. Bu iki el ise, karşılıklı ve birbirinin zıddıdır.

(Kastedilen iki el; biri aktif/etken diğeri pasif/edilgen İlâhî isimlerdir. Aktif isimler; sağ el vahdet/teklik mertebesine ve pasif isimler; sol el kesret/çokluk mertebesine aittir.) 

(Birbirlerine karşılıklı ve zıt olan) bu iki el, (biri sağ diğeri sol el gibi görünse de) ikisi de aynıdır. (Çünkü “iki el”, aktif ve pasif kuvvet manasına gelir. Dolayısıyla Allah’ın isimleri, etken ve edilgen/aktif ile pasif kuvvetlerden başka şeyler değildir.)" 

Muhyiddîn-i İbn Arabî, Fusûsu'l-Hikem. İseviyyet Makamındaki Üstünlük Vasfı


Hepimizin fıtratı düzeni farklı farklı. Burada insanın kendini tanıması büyük önem taşıyor. Ne ifratta ne de tefritte, sırat- müstakimde olmak gerekiyor. Mesele, ne insanın hayattan sıkılacak kadar tembellik yapması, ne de bıkacak kadar çok çalışması, ikisinin arasındaki dengeyi tutturmak gerekiyor. Herkesin hayatı birbirinden farklı olduğundan, evvela insanın kendini tanıması ve vicdan muhasebesini becerebilmesi gerek. Ben kafama silah dayasalar kattiyyen öğleyle ikindi arası ders çalışamam. O zaman dilimi arasında odaklanma problemim var. Bu yüzden buralara daha basit, sade işler koyarım. Akşamlarıysa çalışmalarım daha verimli geçer.

Son olarak bana göre işin en önemli kısmı geliyor, geçen zamanın kritiğini yapmak. Burda asıl mevzu çok çalıştım, az tembellik ettimden ziyade, Allah'ı ne kadar zikrettim sorgusu. Allah'ı zikretmek deyince aklımıza namaz kıldım, tesbih çektim gelebilir, gelmesin. Yani gelsin de, akla gelecek şeyler sadece bunlar değil. Evvela içinde bulunduğumuz her şey, biz görmeyi beceremesek de gizli bir tefekkür içeriyor. Ders çalışırken, takip ettiğimiz konunun tesadüflerden berî oluşu, onun bize sanatlı bir yaratıcı tarafından yapıldığını anlatmalı. Ya da Sherlock izlerken, olmadık ipuçlarından akla gelmeyecek sonuçların çıkarılması, aslında var olan tüm işlerin arka planında böyle nizamî bir diziliş olduğunu izlenimi bırakmalı. Elimizdeki tüm işlerden Allah'ın varlığına ve birliğine dair sonuçlar çıkarmamız ve bunlardan ötürü tefekkürü îfâ etmemiz gerekiyor.

Sonuçtan hareketle, hayatımızdaki insanların kritiğini de yapabiliriz. Onların varlığı bize huzur mu yoksa elem mi veriyor? Huzur veriyorsa bu varlık bizi Allah'a mı yoksa nefsin istediği şeylere mi yakınlaştırıyor? Eğer Allah'a yakıştırıyorsa, buna şükrediyor muyuz, yoksa görmezden mi geliyoruz? Eğer nefsin istediği şeylere yaklaştırıyorsa, Allah'tan bunun aksini istemek sûretiyle karşımızdakini Allah'a yaklaştıracak eli uzatabiliyor muyuz? 

Bu sorgulamalarla yaşamak bunaltıcı görülebilir ancak hepimizin bir yaratılma amacı var, bu amacı da bu sorgulamalarla gün yüzünde tutabiliriz. Allah bir işi hikmetsiz yapmış olamaz, öyleyse her işin sebebini sorgulamak gerekiyor. Allah bizi kimseyle boşuna karşılaştırmış olamaz. 

Hepimizin Allah ağrısı var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder