Cuma, Aralık 11, 2015

Biriktirmek.

Bismillahirrahmanirrahim.

"Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!"
Bakara, 155.


Kimin hayatına girsem, sığıntı gibi duruyorum.
Nereye gitsem orası dışlıyor beni.
Kimi sevsem, öyle malum ki gidecek.

Biriktirmek, ama neyi.

Azaltılmak, da neyden?



"İnsanın fıtratında bekaya karşı gayet şedid bir aşk var. Hattâ her sevdiği şeyde kuvve-i vâhime cihetiyle bir nevi beka tevehhüm eder, sonra sever."
3. Lema, 2. Nükte.


Yani insanda yaratılışından gelen bir sonsuz sevme gücü var. Hatta her sevdiği şeyde hayal gücü sayesinde bir sonsuzluk fikrine kapılır, öyle sever. Örneğe bina edeyim, severek geçirdiğimiz bir günü hemen ertesi günlerde de tekrarlamak, bundan sonraki günlerimizi böyle planlamak gailesine düşeriz. Bir günümüz verimli geçmeye görsün, her günümüzü öyle geçirebileceğimiz hayaline kapılırız, ki genelde de vehimde kalır. Hatta bu bir süre sonra özlenilecek şey haline gelir, nirvanamız olarak önümüzde ulaşılacak hedef olur.


Veya severek kullandığımız bir eşyayı, bir fotoğraf makinesini mesela, sanki hiç yanımızdan ayırmayacakmışız gibi severiz. Hiç pili bitmeyecekmiş, hafıza kartı dolmayacakmış, lensi tozlanmayacakmış, tuşları bozulmayacakmış gibi. Ölene kadar bizle kalacak, işimizi görecekmiş gibi. Lakin bir üst modeli çıktığında, elimizin tersiyle ittiğimiz yine bizzat kendisi olur.


Ya da sohbetini sevdiğimiz, kafamızın uyuştuğu birine hemen muhabbet besleriz. Bu kız ya da erkek, farketmez. Sonsuzluk vasfı değişmez, sadece niteliği değişir. Kızsa hayat arkadaşım olur hissine kapılırız, erkekse ömür boyu dostum olur/ya da tam tersi. Muhabbetle birlikte sevmek de artar, insan böylece karşısındakine sıkı sıkıya bağlanır. Gelgelelim firak muğlak ve mutlak. Bir şey olur ve bu bağ kopar. Sonrasında neden bu kadar bağlandım ki deyip kendimize kızmaya başlarız.


Buraya kadar her şey gündelik, sebebi bir Fatır-ı Zülcelâl'in hikmetiyle yaratılışımız. Benim derdim bundan sonra başlıyor.


O kadar sevip sevip kaybediyorum ki artık korkmuyorum, çünkü kaybetmeyi kanıksadım. Ben eşten yana, dosttan yana, arkadaştan yana, sevgiliden yana ne umsam, sonu hep şu dizelere çıkıyor:

"şimdi ne yana baksak aklımız bakmadığımızda

ağır aksak ilerleyip iki ileri bir geri

tutunmaya çalışıp kendimizden kalanlara."


Yani artık yeni insan tanımaya üşeniyorum. Çünkü kimi tanıdımsa, onunla bir şeyleri paylaştım. Ona benden bir şeyler verdim. Onda benden bir şeyler kaldı. Ama "iyi ki varsın." dediğim kim varsa hepsi gitti. Öyle olunca saçıldığımla kaldım. Ben biriktirmek için paylaştım, hepsi gidince bin parçaya dağıldım. Paranı biriktirip biriktirip, sonra onunla güneşe uçmak için mumdan kanatlar satın almak gibi. Şimdi gideceğini bile bile birine bir şey anlatmak ne zor. Üşengeç değilim, iradesiz hiç değilim. Ama ayrılık bu kadar bâki, firâk böyle kesin vukû bulacakken, biriyle bir şey paylaşmak ne zor. Duygusal bir alınganlık değil bu, anlat, uğraş, paylaş... Ateşe elini uzat ve yandım diye şekvada bulun, olacak şey mi bu?


İnsanlar yokken ne yapıyordum?

"elleri vardı, siz bilmezsiniz

ben tek başımaydım, onlar ise yalnızdı.

şubattan kalan bir gece yarısıydı sanki bütün caddeler

yine yenik ve gazetesiz ayrılıyorduk bir çağdan."


Yani ben yenilmeye azledilmiş biriyim, ben değil hepimiz. Ama yalnız değil bir başımayım, çünkü Allah var. Öyleyse niye bu keşmekeş, ya da sürünceme?


Şöyle ki, beni yalnızlığa gark ettiren bir acım vardı. Gark olmaya mecburdum, çünkü beni anlamıyorlardı. Terkedildim, tek kaldım. Yalnız olmaktan daha zor olan şey, yalnız olmaya mecbur bırakılmak. Ben de kaçıp kaçıp yalnızlığa sığındım. Kitapların sesi yok ama sözü var, onlar beni anladılar. Peki değişen ne? Değişen, acı bitti. Acı kordu, köz oldu, kül oldu. Söndü. Öyle olunca kaçacağım yalnızlık elden kaydı. Yalnızlığa kaçacak bir nedenim kalmadı. Hissizleştim, kendimi bir şeye karşı bu kadar savunacak dirayetin lüzumu kalmadı. Acım beni diri tutuyordu, soğuyunca karşılığında elde ettiğim hüzün eskidi. Öyle deme, insan her yaptığının karşılığını ister, iyi ya da kötü, ilgi bekler. Elhamdülillah, ben yalnız değil tek başımaydım. Ama acı unutuldu. Yalnızlığım yalnız kaldı. Bu zor.


Şimdi neyin peşindeyim, bilmiyorum. Anlamakla anlayışlı olmak aynı şeyler değil. Hiç tanımadığım, ismini cismini bilmediğim insanlarla aramda bir bağ var, anlaşılmak bağlamında. Bu nasıl oluyor bilmiyorum. Sanki zamanın bir yerinde aynı şeyleri yaşamışız. Sanki iç sesimizin frekansı aynı dalga boyunda hareket ediyor. Sanki içimizin çatlaklarından sızanlar aynı boşluğu dolduruyor. Allah birlerine bin katsın.


"gönülden gönüle bir yol vardır görülmez

gönülden gönüle gider yar oy yar oy yar oy

yol gizli gizli yol gizli gizli."


Bu yol nereye gider, bilmiyorum. Yapmaya debelendiğim şeyler, yoğurt bakırının dibinden kurtulmaya çalışan kurbağa misali. Aşktan yana bir şeylerden medet umuyorum ama hevesim olmadan. Halimin izâhı; umut edecek umudum kaldı elimde. Umut ikinci dereceden yakınım şimdilik. Ama bezginim. Ayette, canlardan eksiltiriz, diyor. Ben işte tam orasındayım. İsmimin baş harfleri acz'de tumuyor ama sabredenlerden olmayı diliyorum.


İnşallah bir yerlerde konuşmadan da halimi diyecek, cismimi çözecek, fikrimi bilecek biri vardır. Muhakkak vardır, Allah hayırlısını yazmıştır, öyle ki o kadar güzeli benimki muhayyileme bile sığmamıştır, ondan bu bedbinlik.


"Ne zaman yeise düşersen Aliye Hanım'ı ve o günü hatırla, sebat et. Evvela sükunet, ardından metanet, bir dirhem de dirayet." Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu.


Hepimizin Allah ağrısı var.
Eyvallah.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder