Cuma, Nisan 28, 2017

şuur.

Bismillahirrahmanirrahim.

"Ey insanlar! Gerçekten biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanıyasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz Allah katında şerefli ve itibarlı olanınız (ırk, renk, soy ve servet olarak değil yaşantısını, yolunu, yordamını Allah'ın kitabıyla bulmaya çalışan) takva sahibi olanlardır. Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır."

Hucurât Suresi, 13. Ayet.




Selamun aleyküm. Nasılsın canım blog. Ben elhamdülillah, koşturup duruyorum. Elhamdülillah, çünkü kainat yaratıldığından beri hiçbir şey yerinde durmuyor. Zaman mevhumu onu yaşayanlarla akıyor, geçmişte takılıp kalanlarla ya da geleceği görmeden tasasına kapılanlarla değil. Müslümana yaraşan geçmişin iyi ya da kötü davranışlarından tecrübeler çıkarıp, bu günü güzelleştirirken yarına emin adımlar atmaktır (atamadı). Hep dediğim, başımıza gelen her hadiseden "Acaba Allah bana bununla ne anlatmak istiyor?" sorgusunu yapmakla Allah'la aramızdaki sebepler perdesini aralayıp gerçek vesileye ulaşabiliriz. Ve kendi enaniyetimizden sıyrıldığımız ölçüde Rabb'imize yakınlaşabiliriz. İnsan dünyadayken doğumundan ölümüne, gün gün tükenirken ahirete doğru biriken bir varlıktır. İman da öyle. İlim arttıkça insanın göğüs kafesi daralmaya başlar, kalp hep daha fazlasını ister. Çünkü o, fani bir hayatta baki olan Rabb'ine ulaşmak için yaratılmış bir iletişim kanalıdır. İnsanın bekaya duyduğu aşkı sonsuz zannetmesinin sebebi bundandır. Dünya kocaman yanılgıdır. Bu yüzden iman da sabit durmaz, durursa sürekli genişleyen gönüle yetmemeye başlar. Yani kul Rabb'ini bir kez bulunca, yani ihtidaya erince, yaptığı ibadetler de yetmemeye başlar. Farzın yanına vacibin, vacibin yanına sünnetin, sünnetin yanına nafilenin konmasının lüzumu da bundandır. Nasıl ki kişi, maşukunun her an yanında olmak ve muhabbet etmek isterse, ibadetin özünü bulan kul da her an Rabb'ini zikreder. "Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalbleri yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur." Ra'd Suresi, 32. ayet'te buyurulan mutmain kalpler de bunlardır. Yani insanı alem-i faniden alem-i bekaya eriştirecek aşkı bulmak bir ihtiyaçtır. Zira başka bir ayette de "Onda sükûn bulup durumanız için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir toplum için gerçekten ibretler vardır." Rum Suresi, 21. buyurulması bundandır.


Peki bunları bilen yapmaya da muktedir midir? Yani bu emaneti taşımak her kalbin harcında mıdır? Bunun cevabı Allah'ın kuluna yüklediği insan olma vasfında gizlidir. Peki ayette buyrulan "Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk da bundan kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar. Onu insan yüklendi. Şüphesiz o çok zalimdir, çok cahildir." Ahzab Suresi, 72. emanete riayet etmekle cahillik niye içiçedir? Çünkü insan, yeryüzündeki tüm varlıklardan üstün olup, akıl nimetiyle donatılıp, irade gücü eline verilerek Rabb-i Rahîm'ine ulaşmak kudreti elindeyken, bunu unutup, gündelik meşgalelere dalıp, geçmişinden ders çıkarmayıp hep aynı yere döndüğünü sanandır. İnsan, attığı adımların toplamı kadardır ancak bir yere de varamayandır. Peki bu durumdan nasıl kurtulabilinir? Sabırla! Çünkü Allah celle celaluhu yüce kitabında "Biz insanı ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak en güzele ulaşabilecek bir biçimde) yarattık. Sonra onu esfeli safiline (en sefil haline, nefsinin karanlıklarına) çevirdik. Allah'a ulaşmayı dileyenler ve nefsi tezkiye edici ameller işleyenler müstesna. İşte onlar için sonsuz mükafat vardır." Tîn Suresi, 3-5. buyurmaktadır. Yani "Asr'a yemin olsun ki insan hüsrandadır. Ancak iman edip güzel amel işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır" Asr Suresi, 1-3. ayetlerine uymak, sonsuz mutluluğun ve kurtuluşun anahtarıdır. Öyleyse insanı Rabb'inden berî tutup bile bile gaflete düşenlerden olmasına sebep olan şey ne?


Şuursuzluk.


Şuursuzluk? Şuur sözlükte bahsedildiği gibi; insanın kendisini, çevresini ve olup bitenleri anlama, algılama fark etme yetisi değildir. Şuur; algı ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenip islamiyete göre yorumlanma işlemidir. Kişinin günlük hayatında yaptığı her faaliyet islami bir bilinçle gerçekleşirse, gerçekten kitabına yani kullanım kılavuzuna uygun bir yaşama dönüşmüş olur. Bu yalnızca namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek gibi farz ibadetlerden ibaret bir kavram değildir. Şuur, etrafındaki her şeyi Allah'ın ayetlerine göre yorumlamak ve ona göre hüküm vermek demektir. Nasıl ki güneş ışınların her renkten yansıyan dalga boyu farklı uzunluktaysa, yani sarının görünüşü başka, yeşilin başka, kırmızının başkaysa, islamiyet şuurunun da herkeste yansıması başka başkadır. Ve başka olmak zorundadır. Her insanın ayetlerden anlayacağı ve hayatına yansıtacağı hüküm başkadır. Buradan herkes aynı ayetten başka anlamlar çıkarmalıdır diye bir anlam çıkarmak istemiyorum. Nasıl ki dünyanın farklı yarım kürelerinde bulunan iki insandan biri gece biri gündüzü görüyorsa, aynı olaya bakan insanın da bakış açılarına göre çıkaracakları anlam ayrı ayrı olacaktır. Aynı olaya bakan farklı iki insan, farklı iki ayetle rotasını belirleyebilir. Hükmünü Kuran'ı Kerim'e göre veren yönünü gündüz gören gibi, Kuran'ın tersine hüküm veren ise yönünü geceye çeviren gibi olacaktır. Bu şuur insanı basitmiş gözüken gibi günahlardan, yani çürümekten korur. İslamiyet şuuru gelişmediyse kişi günden güne korozyona uğrar çünkü taviz tavizi doğurur, hafazanallah, şeytan insanın kalbinde yuva yapmaya başlar. İman insanın içindedir, gizlidir, Allah bilir. Ama islam insan dışına yansıyandır, kemale erenle ermeyenin bi bakışta anlaşıldığı farktır.


İnsanın 3 hali vardır. Birincisi, Rabb'iyle kendi arasındaki durumu. Enaniyetini elinin tersiyle iter, Rabb'inden gelen iyiliğe de kötülüğe de boyun eğerse, hakiki bir kul olma yoluna girmiş demektir. Ayette buyurulduğu gibi "Sana gelen iyilik Allah'tandır. Kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi olarak gönderdik; şahit olarak Allah yeter." Nisa Suresi, 79. iyiliği Rabb'inden bilip şükreder ve kötülüğü kendinden bilip kibrini bastırma yoluna giderse, sıratı müstakim yoluna girmiş olur. İkincisi ise, iç dünyası ile dış dünyası arasındaki iletişimdir. Yani aklı ile kalbi arasındaki, görünen yüzüyle görünmeyen yüzü arasındaki, olduğu kişiyle olmak istediği kişi arasındaki durumdur. Uzun yürüyüşlerde ya da kulaklığını taktığında kendisiyle konuştuğu halidir. Bu, kişinin kendini tanımaya başlaması ve kendiyle olan iletişimini geliştirmesiyle aşılacak bir durumdur. Yani kültürle, edebiyatla, sanatla gerçekleştirilecek emeğin sonucudur. Kişi kitap okur ve kendince karalamalara başlar. Edebiyatın kendinde olan yansımasıyla kendini keşfetmek yoluna girer. Ya da resim yapar ya da film çeker ya da şarkı söyler ya da şiir yazar. Kişinin kendinde olan her türlü potansiyeli fark etmesi, kendiyle olan ilişkisini geliştirmek demektir. Kendiyle baş başa olan ve yalnızlığyla tek başına kalmayı seven insan, içinde bir cevheri de keşfetmiştir. Çünkü insan yalnızken meramını kendiyle paylaşıyorsa, etrafında kendisiyle örülü bir kabuğu kırmaya çalışıyor demektir. Ama sürekli birilerine laf anlatmaya çalışıyorsa, etrafında kendisiyle örülü bir kabuğu daha da belirginleştirmeye çalışıyor demektir. Üçüncü haliyse, kendisiyle dış dünyası arasındaki ilişkisidir. Yani kendi benliğiyle dış dünyada görünen halidir. Aslında insan elinin uzanabildiği yer kadardır, o çapta bir cam kafes içerisindedir. O kafesin dışından gelen her etki Allah'tan gelen bir tepkidir ve bunu keşfetmekle muktedirdir. Yani karşımızdaki bir insan da olsa, hayvan da olsa, bitki de olsa, eşya da olsa, ağaç da olsa, bize dokunsa da, konuşsa da, koksa da, görsek de, duysak da, bu duyuların tüm sebepleri Allah'tandır. Bize düşense bunun sebebini bulup Rabb'e ulaşacak yollar bulmaktır. "Sebepler yalnızca birer perdedirler." İnsan bunalıma da girer, zira bunalımın da insana göstereceği hakikatler vardır. Şüphe el feneri gibidir, kapalı tutulursa insan karanlıktan korkar. Ama açıp karanlığa ışık tutulursa insanın dimağını genişletmeye vesile olur. Müslümanın takınması gereken şuur: "Acaba Allah beni yaratmakla ne anlatmış olabilir?" sorusuna, yaratıcısının esmâsına yaraşan cevaplar bulmaktır. 


Çok uzattım.


Ol sebepten, aşk da ihtiyaçtır. Şuurla yaşanırsa Rabb'e ulaşmaya vesile olur. Ayette "Ve insanlardan bir kısmı, Allah'tan başka eş ve ortak (putlar) edinenler, onları eş ve ortak edindikleri şeyleri) Allah'ı sever gibi severler. Oysa iman edenlerin Allah'a olan sevgisi onlarınkinden daha şiddetlidir." Bakara Suresi, 165. buyrulan putlardan kasıt, yalnızca Lat ve Uzza değildir. Öğrenci için put diplomasıdır, şoför olan için arabasıdır, kredi ödeyen için villasıdır, çocuk için bilgisayarıdır, maşuk için sevdalısıdır, benimse kulaklığımdır. Yani insanı dünyaya bağlayan her şey, onun putudur. Hiç mi bir şeyimiz olmayacak? Estağfurullah, elbetteki olacak. Ancak bunları Allah'tan nimet bilip, ona şükredecek vesile olarak kullanırsak dünyalık olana bağlanmamış, kaybettiğimiz de avutulmaya ihtiyaç duymamış olacağız. Bunun yolu, islamiyet şuurudur. "Kadının yaratılış vasfı sükûnete racidir. Adem için yaratılan Havva, Adem için sükûnet, sükûn bulsun diye yaratılan Havva... Kadın gece ile, erkek gündüz ile... kadın rahimiyet, erkek rahmaniyettir. Gündüz sadece aynanın karşısına geçtiğinde kendini görürken gece ie camın önünde dursan dahi kendi yansımanı görürsün. Gece yalnızca ehlinin bildiği bir güzellik ve kadın da yalnızca sahibinin bildiği bir güzelliktir. Aşk bir lütuftur, nimettir, rızıktır."


Velhasıl kelam, aşk insanı güzelleştirir. Emaneti taşınır, dünyayı yaşanılır kılar. 


"Herkes bir ömür cennetin anahtarını aradı. Bir hazine ya da bir kimya, bir iksir. Mutluluğun sırrını yanlış yerde arıyorlar. Orada olmadığı malumdur. Bir hazineyi hayal edenler, bu hayal ile hazineyi kaçırıyorlar. Tüm bu mantık tek bir mantık ile özetlenebilir: İster buna anahtar deyin, ister remz(şifre). Ama hiç de öyle karmaşık değildir bu. Yüce Allah bu remzi Hz. Musa'ya bir kelimede söyledi. Buyurdu: Benim için sev, benim için buğz et. İşte bundan ötürü, tüm amellerin kabulünün şifresi velayet (Allah için dost olmak)tır. Allah için sevmek: Allah kimi seviyorsa sen de onu seversin. Allah'tan ötürü sevmek, Allah için sevmek. Kaş ve göz; dış görünüş için değil... Hatta kendi gönlünüz için değil. Sadece Allah için! Eğer sevginin kriteri Allah olursa, kimse sizi takdir etmese  yine de seversiniz. Vefasızlık görseniz de doğru olanı yapmaya devam edersiniz. Bu menzile varamayıp yolda kalanlar Allah için çalışmıyorlar. Bu yolda Allah için ne kadar zorluk çekerseniz, daha çok Allah'a yakınlaşırsınız. 

"O'nun aşkının kimyasından,
bu kara yüzüm altın oluverdi.
Evet; senin lütfunun mutluluğuyla
toprak bile altın olur."
Sadi-i Şirazi

İnsanların arayıp durduğu bu kimya, aşktır(muhabbettir). Gerisi çer çöptür. Eğer okuduklarınız bizimkiyle aynıysa, yırtıp atın kitaplarınızı. Çünkü aşk ilmi hiçbir kitapta yazmaz."
Altın ve Bakır



Hepimizin Allah'ın aşkını bulduracak ağrısı var, vesselam.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder