Cumartesi, Aralık 17, 2016

ülfet.

Bismillahirrahmanirrahim.
“Kendisine o âmâ geldi diye Peygamber yüzünü ekşitti ve öteye döndü. (Ey Muhammed!) Ne bilirsin, belki de o arınacak? Yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek. Kendini muhtaç hissetmeyene geince; Sen ona yöneliyorsun. Oysa ki onun arınmamasından sana ne! Allah’a karşı derin bir saygıyla korku içinde koşarak sana geleni ise bırakıp, ona aldırmıyorsun. Hayır, böyle yapma! Çünkü bu (Kur’an) bir öğüttür. Dileyen ondan öğüt alır. O, şerefli ve sâdık yazıcı meleklerin elindeki yüksek, tertemiz ve çok değerli sahifelerdedir. Kahrolası insan! Ne inkarcıdır!"
Abese Suresi, 1-17.

Bombalar patlıyor. İnsanlar ölüyor. “Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.” Beş on bin birden, ne idüğü bilinmez bir amaca binaen ölüyor. Ölmeyenler de nasıl yaşayacak, muamma. Ölen ölüyor ama cabası ölmeyene. Ben ölsem mesela, annem kim bilir ne kadar üzülür. Anneler bilir ne kadar üzülünür, ben söylesem muamma. Bilincine varamadığımız acıları duyamayız. O belli bir boyuttur. Annelerin zihninde zaman aşımı yoktur, evladının acısı her dem tazedir onların gönlünde. Bak yine bilmiş bilmiş konuşuyorum, aynı haber bülteninde ölenler için sadece bir istatistik değeri yükleyen spikerler, olay yerinde yaralıya müdahale etmek yerine telefon kamerasıyla kayıt çekenler, yayın yasağının sebebini düşünmeyip bodoslama küfredenler, şu parti gitsin bu kişi gelsin diye meseleyi kendi hissesine pay almak için irdeleyenler, nasılsa bir haftaya unutulacak deyip tazesiyle ölenlerin hayat hikayelerinden dramatize haberler çıkarmaya debelenen muhabirler, izleyip keyfimi kaçıracağıma hiç bakmam daha iyi deyip televizyon kanalını değiştirenler, ölenlerin arasında şu kadar aylık nişanlı da varmış deyip, sanki kapısının önündeymişçesine müdahil olmakta kendine hak görenler, bunların hepsini temizleyeceksin deyip kanı kanla örtmeyi akıllılıkmış gibi düşünenler gibi. Evet, ben de onlar gibiyim. Çünkü tıpkı onlar gibi ben de hiçbir şey yapmıyorum. Elimden hiçbir şey gelmiyor. İbrahim’i yakmak için yakılan ateşe su götürmeye çalışıp tarafını belli eden karınca kadar olamıyorum. Bu sözüm karıncayı incitmek için değil, karıncadan aşağı olduğumu bildirmek için. Elimden hiçbir şey gelmiyor. Yarın patlayan otobüsün içinde olmamak için yapacak bir şey elimden gelmiyor. Kimsenin elinden bir şey gelmiyor. Anneler üzülüyor bir tek, başka kimsenin elinden bir şey gelmiyor. Allah hepimizi ıslah etsin.
Günlerdir kafamda yazıp elimle siliyorum. Kafamda yazıp elimde siliyorum. Kafamda yazıp elimde siliyorum. Yazmaya sirayet ettirecek bir sureymiş. Yeri gelince Peygamber’in bile azarlanacağını bildiren, insanın silkinip kendine gelmesini emreden sure. Ama sanki Kur’an bana bu konuda hiçbir şey söylemiyormuş gibi, beni korumayla vazifeli herkes işinin ehliymiş gibi, sanki bir taraf edinmeyen kişi arada kalıp bütün suç onun üzerine yüklenecekmiş gibi, herkes gibi bende suçu yükleyecek birini arıyorum. Vicdanım bu şekilde rahat edecekmiş gibi, zannetmiyorum.
Kahvaltımı yapıp arkadaşımın odasına uğradım. Kayseri’de bomba patlamış dedi. Allah’ım. Senanur aklıma geldi, onu aradım. Telefon çaldı çaldı çaldı. Açan yok. Mesaj attım. Cevap yok. Allah’ım. Ölümün haberine bir telefon kadar uzağım. Allah’ım. Ölüm telefonun ucunda. Allah’ım. Ben nasıl bu kadar rahatım. Allah’ım. İstanbul’da en az 10 kere geçtiğim caddenin üstünde şimdi kocaman bir boşluk var. Allah’ım. İnsanlar bu kadar ölüyorken. Halep’te bunca insan dün değilse bugün, bugün değilse yarın ölürken, ben nasıl bu kadar rahatım. Allah’ım. İnsanlar soğukta üşürken, uyuyanın üzerine örtecek bir battaniye bulamazken, bunca yardım çağrısına kulak asmak yüzsüzlük değil mi? Odayı ısıtan kaloriferin başında LCD televizyondan ölenlerin haline olanların vahametine acırken, cebinden akıllı telefonunu çıkarıp banka hesabından yardım kuruluşlarına para göndermek, bunu bu rahatlıkla yaparken vicdanını rahatlatacak işi yaptığını düşünmek, bu yüzsüzlük içine düştüğüm en büyük acziyet değil mi? Halep’tekilere gönderilecek kıyafetlerin koyulacağı kutuya, giymediğim, giymeyeceğim, kendime uygun/layık görmediğim eşyaları koymak yüzsüzlük değil mi? Namaz bitiminde para toplanacağını söyleyen imamın çağrısına uymak için elimdeki eldiveni çıkarıp cebimde ısınan parayı yardım kutusuna atmak yüzsüzlük değil mi? Olanı kınamak, olmadan önce bir şey yapamıyor olmanın ıztırabını yaşamak yüzsüzlük değil mi? Dünyadan göçerken geride hiçbir şeyi kalmayan Peygamber(sav)’e tâbi olduğunu iddia edip, bu kadar lükse, şatafata, varlığa alışmak yüzsüzlük değil mi? Üşüyen varken ısınmak yüzsüzlük değil mi? Çivi çakacak duvarı olmayanlar varken diploma peşinde koşmak yüzsüzlük değil mi?  “Onlara “Yeryüzünde fesat çıkarmayın!” denildiği zaman; “Biz sadece ıslah edicileriz.” derler.” Bakara, 11. ayetindeki fesada düştüğünü farketmemek yüzsüzlük değil mi? 
Bir yerde bomba patlıyor. Sonra bir yerde daha. Bir yerde daha. Dünyanın gözü önünde insanlar katlediliyor. Filistin’de, Bosna’da, Irak’ta, bugün Suriye’de insanlar cebren katlediliyor. Biz ise lağımın yanından geçerken burnunu tutan insanlar gibi gözümüzün önünde ölenlere gözlerimi kapatıyoruz. İnstagram’da kınamak, twitter’da lanetlemek, facebook’ta sövmek içimizi dindirecekmiş gibi sûni tepkilerle kendimizi geçiştiriyoruz. Diyorum ya, ülfet, artık alışıyoruz. Oy verdiklerimizle peşinen sözleşmiş gibi, bazı insanların bizden daha eşit olduğunu kanıksamış gibi, terörü önlemeye değil terörü lanetlemeye seçilmişler gibi peşlerinden bataklığa sürükleniyoruz. Yeri geldiğinde Peygamber(sav)’i azarlayan ve bunu insanların da sürekli kendini sorgulaması için öğüt verdiği kutsal kitaba yazan dinin mücahiti olacak bizler, kimseden hesap soramıyoruz. Çünkü hesap soracak olursak anında ötekileştiriliyoruz. Çünkü hesap sormak karşıda olmakla eş tutuluyor. Çünkü arada kalırsak suçlu yaftası bize yapıştırılıyor. Ne yazık, devirler geliyor, yönetenler değişiyor ama yeryüzündeki insan eliyle kurulan adaletsizlik hiç sekteye uğramadan sürüp gidiyor. Velisi hangi siyasi görüşe mensup olursa olsun, hiçbir milletvekili oğlum şehit oldu diye televizyonlarda ağlamıyor. Hükümetler, denge adı altında Mavi Marmara’da katledilen masum insanların ailelerinden olup bitene sünger çekme yüzsüzlüğünü istiyor. Dengeler uğruna Rusya’yla pazarlıklar yapıp Suriye’deki masumları besleyen ekmek fabrikalarının vurulmasına seyirci kalıyor. İnsan ölen masumların şehitliğiyle, cennete gittiğiyle avutuyor kendini ama geride kalanlar vicdan azabıyla yaşamak zaruretine katlanmak zorunda kalıyor. Ve belki de, yarın sıra bize geliyor.
Yaşamak bir ağrı oluyor.
Omurgamda bir soğukluk dolaşıyor.
Derman tamam değil. Dert tamam değil.
Eksik.
Hepimizin Allah ağrısı yaşatan değil, sızlatan bir acıya dönüşüyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder