Çarşamba, Mayıs 11, 2016

konsültasyon.

Bismillahirrahmanirrahim.

"Allah kuluna kâfi değil midir?"
Zümer Suresi, 36. Ayet.





Canım blog, ben geldim! Çok boşladım seni biliyorum, kızma. Mazeretim vardı, bil. Ama varlığın pek çok kişiye yardım etmiş, elhamdülillah. Niye yazmadığıma gelince, yazmanın doldurduğu boşluğu dolduranım var, çok şükür.*

Yine de çok vaktim yok, uzun uzun laflayamayacağız. Derdimi anlatıp kaçacağım. 

Sana üç kişiliğimizden ve bunu yönetme yetimizden bahsedeceğim. İnsana bir dost az ikisi çokken nasıl üç kişi olabiliriz diyorsun, olsun. Şöyle ki; hepimiz aslında benliğimizde üç kişiyiz ve bunları dengede tutmaya çalışıyoruz. Allah, benliğimiz ve kendimiz. Hadi Allah'ı anladık da, benliğimiz ve kendimiz ne alaka?

Bir gün odadan çıkmadığını düşün ve bi kamera tarafından izlendiğini kabul et. Muhtemelen kamera senin 4-5 cümleni kaydedecek. Oysa sen tüm gün kafanda milyonlarca cümle kurmuş ve binlerce olaydan onlarca sonuç çıkarmış olacaksın. İşte senin 4-5 cümleni söyleyen kendin, kafandaki binlerce düşünceyi evirip çeviren ve bir sonuca vardıran, ya da vardırmayan, senin benliğin. Peki Allah bunun neresinde? Tam merkezinde. Yani ikisi arasındaki dengenin tam göbeğinde. Allah'ı razı ettiğin ölçüde kendinle benliğin arasındaki ölçüyü tutturabileceksin. 

Diyelim ki, kendi içinde Allah'ı çok seven ve O'ndan korkan birisin. Bunu sağlayan senin benliğin. Ama bunu fiile dökmediğin müddetçe, kendin bunun idrakine varamamış olarak yaşayacak. Yani zihince Allah'a tapıp, eylemce Allah'tan berî duracak. Bunu daha sığ bi örneğe indirgeyeyim mi senin için? Benliğinde bissürü parası olupta hayır hasenat yapan birisin, ama kendin bırak sadaka vermeyi, yetimin başını okşamaya üşeniyor. 
Yani fiil eylemdir. Hasenat gerçeğe dönüşmedikçe düşten öteye geçemiyor.

Tam tersini düşünelim mi. Kendin namaz kılıyor ve hayır peşinde koşuyor, sürekli. Ama benliğin tam bir riyakar. Namazda huşûnun peşinde koşmuyor ve yaptığı hayır dilden dile dolaşsın istiyor, daima. Yani arada yine bir tezat, bir uyumsuzluk göze çarpıyor. Kumbaraya atıyor ama biriktiremiyor gibisin. Ve bu durum senin Allah ağrılarını da tetikliyor. Süreç seni isyana, ya da hafif tabirle Allah'la inatlaşmaya sürüklüyor.

Çünkü. Aradaki dengeyi sağlayacak asıl şartı es geçiyorsun. En başta dediğim gibi, üç kişi yaşıyoruz. Allah, benliğimiz ve kendimiz. Allah'ı memnun ettiğimiz müddetçe benliğimizle barış içinde oluyoruz. Allah'ın rızasını gözettiğimiz müddetçe kendimizle anlaşabiliyoruz. Yani insanın kendine yetebilmesi için, önce Rabbin boşluğunu doldurması gerekiyor.

Şimdi dördüncü tekil şahıslardan bahsedeceğim. 
Mesele kendimizle insanlar arasındaki ilişkili. İnsanlara güven dediğimiz şey, onların Allah'tan ne kadar korktuğuyla ilintili. Ya da başka deyişle vicdan sahibi olmalarıyla ilgili. Hepimiz o ya da bu şekilde birileriyle yakınlık kuruyoruz ve bir ilişki içerisinde oluyoruz. Bunu sağlayan aradaki yazısız anlaşmanın şartı da bu. Karşımızdaki insanın Allah'a olan korkusuna göre ona bağlanıyoruz. Ya da o korkuya, ya da vicdanına bakarken aslında farkında olmadan onunla aramızdaki şalterler yanmaya başlıyor. Yani içimizdeki Allah sevgisiyle karşımızdakinin Allah korkusu uyuştuğu müddetçe sağlıklı ilişkiler içerisinde bulunuyoruz. Karşımızdakinden önce Allah'a olan sorumluluklarımız sayesinde doğru davranışlarda bulunuyoruz. Düşün bir kere, Allah'tan korkmayan birisi neden yalan söylemesin? Sevdiğini aldatmasın, haram lokma yemesin? Bizler Allah'tan korktuğumuz müddetçe Allah'a yakınız ve Allah'a yakın olduğumuz kadar sebeplerin birer perde olduğunun farkına varırız. Yıldız abla bile söylüyor;

"önce Allah sonra sen."

Şimdi meselenin benliğimiz boyutu var. İnsanların bize güvenmesini sağlayacak şey, benliğimizden sıyrılıp yerine onların benliğini koymakla oluyor. Bu bi nevi empati tanımı aslında. Yani karşımızdakini ne kadar hissedebiliyorsak ve Allah'tan ne ölçüde korkuyorsak, karşımızdakine bu ölçüde bir güven sunuyoruz. Adının arkadaş, eş, dost, akraba, karı, koca, ne olduğu hiç önemli değil. Birbirimizle ilişkimiz Allah vasıtasıyla gerçekleşiyor ve bunun bilincinde olduğumuz müddetçe insanlar bizi Allah'a yakın kılacak birer vesile olmaya başlıyor.

Yazımı cilayı atacak bir alıntıyla tamamlamak istiyorum. Kusurum illaki vardır, ki, sübhan olan Allah'tır. Ve biz üzüntülerimizi ve avuntularımızı, pişmanlıklarımızı ve umutlarımızı, dünlerimizi ve yarınlarımızı, aradıklarımızı ve bulduklarımızı zarflayıp Allah'a göndermekle mükellefiz, her gün, beş vakit. 

"Allah, insanın kalbinde mecazi anlamda bir boşlukla yaratmıştır. Bizler o boşluğu eşle, arabayla, işle, arkadaşlarla ya da yeni bir hobiyle doldurmaya çalışırız. Ne zaman o boşluğu bunlarla doldurmaya çalışsak kalbimizde daima yeni bir boşluk oluşur. Kalbinizdeki o boşluğu ancak Allah sevgisiyle doldurabilirsiniz. Yaratılma nedenimiz budur. Ne zamanki kalbinizde Allah olur, Allah size dünyaları verir. Ancak kalbinizde Allah yoksa hiçbir şeyiniz yoktur."
Hamza Andreas Thortzis

Şimdi başlığa geri döneyim.

Konsültasyon: Tıpta, çeşitli dallarda uzman olan hekimlerin, tam aydınlatılmamış bir vaka yahut teşhisi zor bir hastalık karşısında yaptıkları fikir alışverişi. İstişare. Tıptaki bilgilerin son derece artması, bir hekimin her konuda azami bilgiye sahip olmasını imkansız kılmıştır. Buradan uzmanlık dalları doğmuş, hatta uzmanlık dalları da kendi içlerinde bölümlere ayrılmıştır.
Konsültasyon, çeşitli durumlarda başvurulan bir yoldur. Psikiyatrik (ruhi) bozukluklar gösteren bir hastada dahiliye uzmanı bir hekimin teşhisi ve görüşleri yetersiz kalabilir. Hastanın belirtileri onu şaşırtabilir. Böyle durumdaki hekimin yapacağı iş "psikiyatrik konsültasyon" isteğinde bulunmaktır. Bir  hastalıkları uzmanıyla beraber fikir alışverişinde bulunarak teşhise gitmek, bu durumda, en emin yoldur. Bu şekildeki örnekler birçok dallar arasında çoğaltılabilir. Konsültasyon yapılan bir diğer durum da, uygulanacak tedavi üzerinde hekimlerin yaptığı istişaredir. Hastada uygulanacak ameliyatın yapılıp yapılmaması veya ameliyat tekniğinin ne olacağı cerrahlar arasında yapılan konsültasyonda belirlenir. Ameliyatlardan başka çeşitli hastalıklarda uygulanacak tedaviler de hekimler arasında yapılan istişareyle tespit edilir.

Peki neden konsültasyon? Çünkü biz de duygusal ve fiziksel olarak sürekli bir devinim içerisindeyiz ve aklımızla kalbimizi bir dengede tutmak gayretindeyiz. İşte tam burada, yani hayatın her anında Allah, benliğimiz ve kendimiz arasındaki ilişkiyi sorgulayarak ve üçü arasında içsel bir fikir alışverişi yaparak adım atmamızın önemi ortaya çıkıyor. Yani Allah'ı memnun etmeden benliğimizi memnun edersek kendimizi mutlu edemiyoruz. Allah'ı memnun etmeden kendimizi memnun ettiğimizi zannederken, aslında benliğimizi mutmain edemiyoruz. Yani üç kişiyiz ve Allah'ı memnun etmediğimiz müddetçe dünyanın karanlık tarafında oturuyoruz. İlmekler çözülmekten ziyade, düğüm düğüm olmaya devam ediyor. Hakikatin sırrına vasıl olunamıyor. 

Kısmetse iki gün sonra küçük bir tura çıkıp kafamı dağıtacağım. Gelince inşallah uzun uzun yine yazarım. Allah tefekkür hazinelerini buldukça şevklenen, ilminin suyundan içtikçe susayan, hakikatin lezzetine vardıkça acıkan kullarından eylesin. 


Hepimizin Allah ağrısı var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder